29.7.08

ERGENEKON İDDİANAMESİ 251 - 300 SAYFALAR,

grup arasındaki anlaşmazlık ve problemde hakemlik yaptığını ifade ettiği, başka bir telefon görüşmesinde de x şahsın "Hani sen birde bana bi söz vermiştin Hüsrevi okşayacaktın" dediği, SAMİ'nin de "Aaa Hüsrevi okşamaktan başka bir şeyler yapıldı" "Anlatırım geldiğin zaman" dediği, böylelikle birilerinin cezalandırılmasını isteyen kişilerinde Sami HOŞTAN'a başvurduğu, dolayısıyla bu verilerin Sami'nin yeraltı dünyasındaki etkinliğini ve "Ulusal Mafya liderliğini" açıkça gösterdiği anlaşılmaktadır.
Bu güne kadar bölgesel, ulusal ve uluslar arası düzeyde faaliyet gösteren suç örgütlerinden Sedat PEKER, Yaşar ÖZ, Ali YASAK, Sedat ŞAHİN, Ayhan ÇARKIN, Burhanettin SARAL ve Orhan KALKUZ gibi suç örgütleri hakkında soruşturmalar yapılmıştır. Elde edilen delilerden de bu suç örgütlerinin Sami HOŞTAN ile ilişki içersinde oldukları, birçoğunun Sami'ye abi diye hitap ederek saygı duyduğu, yaşadıkları olumsuzları paylaştıkları görülmüştür. Şimdi de bu suç örgütlerinin Sami HOŞTAN ile ilişkilerini ve davranış şekillerini gösterir iletişim tespit tutanakları belirtilecektir.
Şüpheli SEBAT PEKER ile İRTİBATI
Şüpheli Sami HOŞTAN alınan ifadesinde; Sedat PEKER'i tanımadığını beyan etmesine rağmen,
Şüpheli Sedat PEKER alınan ifadesinde; Veli KÜÇÜK ile Sami HOŞTAN'm tanıştığını bildiğini, bazen muhabbetinin olduğunu, Sami HOŞTAN ile telefonda, Korkut EKEN hakkında konuştuğunu hatırladığını, ancak konuşmanın içeriğini hatırlayamadığını beyan etmiştir.
., 21.07.2004 günü saat : 18.39 sıralarında Sedat PEKER ile Sami HOŞTAN'm yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.HOŞTAN' m "kardeş nassın" dediği, S.PEKER' in "teşekkürler ...saygı sunarım siz nassınız SAMİ ABİ" dedikten sonra Korkut EKEN ve Mehmet AĞAR ile ilgili konuştukları, S.PEKER' in "ben benim kardeşime de diyorum ki SAMİ ABİ..." "...SAMİ ABİ işte falanca kez adama on sene evvel Korkut EKEN bana demişti ki. ...Filanca kez adamı ara..." "150 Bin dolan ben vermiştim, O otoparkı alırken on SAMİ ABİ" dediği, S.HOŞTAN' m "...Bu anlattığın şeyler hiç bişey diğil" dediği, S.PEKER' in "...Ben VELİ PAŞAYLA Korkut abiyi barıştırmak, Yavuz ATAÇ'ı, Hepsine uğraştım. VELİ ABİYE gidiyorum, abi diyorum Korkut EKEN böyle böyle. Ya diyoduki bana boşver filan. Be diyodum abi böyle böyle sonra Korkut EKEN'e anlatıyodum. Sonra onları barıştırdım. Ertesi gün abi bi konu oldu. Yavuz ATAÇ bana dediki. Diyo Veli KÜÇÜK benim için şöyle yapmış, böyle yapmış. Veli Abiyi aradım. Dediki ya ben böyle bişey yapmadım ama sana söylemedim mi dedi..." dediği, S.HOŞTAN' m "Bize de zamanında ne söyledi biliyo musun? Bunu bize de, rahmetliyle bana da söyledi. VELİ PAŞA bana da söyledi. Rahmetliye de söyledi yani yani..." dediği, S.PEKER' in "Abi Ayhan beyfendi demişki benim ismimin mafya babası olan SEDAT PEKER'LE beraber anılmasından üzüntü duyuyorum demiş ya böyle" dediği, S.HOŞTAN'm "Kim demiş" dediği, S.PEKER' in"Ayhan ÇARKIN" dediği, S.HOŞTAN' m "bi bakim simdik anladım ben bunu o kim sana sonra dönücem tamam mı kardeşim" dediği, S.PEKER' in "tamam ABİ haber bekliyorum sizden" dediği,
Tape:1173 da kayıtlı, 15.07.2004 günü saat:16.30 sıralarında Sedat PEKER ile Atilla YILDIRIM' m yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
A.YILDIRIM'm "bu Halil abi aradı Halil BAYINDIR" "BİDA VANLI Vuralaradı bizim Vanlı Vural var Ankara da" "Onlar Güneydoğu ...ayarlamışlar sen gel""kendi delegelerini memleketlerinin hepsini" dediği, aralarında bir süre Korkut EKEN' inkuracağı Milli yol ve Ayhan ÇARKIN' dan bahsettikten sonra S.PEKER' in "yani onuarıyacam, SAMİ ABİYİ arıyacam eCDadımn amma koydumun ibneye cezaevinde paragetirmiştim cezaevinde yattıkları bütün her şeyi hazırlamıştık sonra savcıyı yaktılarcevazevi savcısını" dediği, ,~ ^
* 07.05.2004 günü saat:01.53 sıralarında Sedat PEKER ile Sami HOŞTAN' m yaptıklan telefon görüşmesinde özetle;
S.PEKER'in "alo" dediği, S.HOŞTAN' m "kardeş neaaber" dediği, S.PEKER' in "ABİ teşekkür eder saygılar sunarım siz nasılsınız" "...gene bi organizasyon varmış, filmler kurmuşlar benle ilgili" "...olgun bana bi tane bi kağıt gösterdi" "siz bi yerde casino da kumar oynarken alınmışsınız ya ABİ" "o casino da alındığınızda burada birisimi yakalanmış büyük silahla neymiş" dediği, S.HOŞTAN'm "KELEŞ vardı bi tane" dediği, S.PEKER' in "işte o çocuktan da böyle bi ifade almışlar, işte diyorki ifadede de, ifade dedim resmi ifade değil yazı almışlar" "çok para alırdı, işte bu eylem yapacaktı filan" "ABİ buu buu ne oluyo yani bunun anlamı ne ABİ ben çıkaramadım, siz benim büyüğümsünüz" dediği, S.HOŞTAN' m "...birden bire şimdi organize geldi yok bilmem neler bizim.... Hikayeden hiyayeden şeyler yani, nihayetindee eee sen geldiğin zaman yüz" dediği, S.PEKER' in "ABİ bu ifadeyi alan kim" "SAMİ ABİ ben zaten rahatladığımızda sizi aricaktım" "başka bi konu için ama, şimdi bu konuyu daha duyalı bir Dakka oldu, hemen sizi arıyım dedim, yani Olgun dedi ki SAMİ abimin de heralde dedi haberdar" dediği,
DEĞERLENDİRME
Tespitlerden de anlaşılacağı üzera VELİ KÜÇÜK'ün iddialarının aksine, Sedat PEKER ile yoğun ilişkilerinin olduğu, bir çok konuda görüşme yaptıklan anlaşılmaktadır. Bu şekilde Veli KÜÇÜK'ün, ERGENEKON dokümanında tanımı bulunan "MAFYA gruplarının tümüyle yeniden gözden geçirilmesi, deneyimli mevcut grupların karşısına yeni ve güçlü bir grup oluşturularak denetim ve kontrol altına alınmasının sağlanması" prensibini gerçekleştirdiği görülmektedir.
03.03.2006 günü saat: 14.46 sıralannda Sami ile Yaşar/Alaattin'in yaptıklan telefon görüşmesinde özetle;
SAMİ' nin "alo" dediği, YAŞAR' m "EFENDİM ABİ" dediği, SAMİ' nin "Ya simdik bu senin şeee... şeyden ismi nedir Lubada Lubada şey bu birine 400-500 bin lira şey var mı" dediği, YAŞAR' m "KİM ABİ" dediği, SAMİ' nin "...bu çeşme de, çeşme de" dediği, YAŞAR' m "ABİ ya o şerefsiz o ya o şerifsiz yani" dediği, SAMİ' nin "dün mevzusunu yapıyorlardı burada KARDEŞİM" dediği, YAŞAR' m "yok ABİ sakın dileme ABİ" dediği, SAMİ' nin "bende dedim YAŞAR' in borcu olsa öderdi dedim" dediği, YAŞAR' m "ABİ benim bilira borcum yok ona" dediği, SAMİ' nin "yok zaten benimle bir ilgisi yok beni ama böyle mevzusu yapınca benimde alakalı" dediği, YAŞAR' m "ABİ sakın" "onun var ya ABİ onu var ya" dediği, SAMİ' nin "tamam vereyim bi dakka Alaattin Beye izah et bak bak" diyerek telefonu yanında bulunan ALAATTİN' e verdiği ve bir Yaşar ÖZ'ün olayı Alattin'e anlattığı anlaşılmıştır.
26.04.2006 günü saat:12.23 sıralannda Yaşar ile Aydoğan' in yaptıklan telefon görüşmesinde özetle;
Görüşmenin başlannda Aydoğan'm muhtemelen Yaşar'm İzmir Çeşme'deki Aydın ÖNCEL ile aralanndaki alacak ile ilgili Aydm'm başlattığı icra konusu hakkında görüştükleri, YAŞAR' m "bütün tedbirlerini almış durumdayım yani kendi üstüme benim çöp yok çöp" "o yazılan kaldıracak" dediği, AYDOĞAN' m "şeyden bahsetti işte ee şey evraklan şeye vermiş galiba o birisine vermiş bizim etilerdeki özel gittiğimiz yer var ya abi" dediği, YAŞAR' m "evet SAMİ ABİ" dediği, AYDOĞAN' m "he SAMİ ABİYE dedim, sen şimdi kalkıp dedim yani ona mı, bunları mı bu insanları mı, yo hayır hayır dedi ne münasebet olur mu" dediği,
18.02.2004 günü saat : 20.21 sıralannda Sedat ŞAHİN ile Sami HOŞTAN'm yaptıklan telefon görüşmesinde özetle;
S.ŞAHİN' in "merhaba ABİ" dediği, S.HOŞTAN' m "KARDEŞ ne haber, şimdi Vedat aradı da diyo ki, tahliye oldum diyor, dedim ki dedi ki oran tahliye olduk eğe takıldık haberin var mı dedi yoldayım geliyorum dedi" "nalla haîla ya KARDEŞ" dediği, S.ŞAHİN'
2İ7-.
^ '- ^pSk**/7^
in "buyur ABİ" dediği, S.HOŞTAN'm "şimdi ben görüştüm O KARDEŞLER le tamam mı" "o kardeşle görüştüm bunu da sana belirtim sana zaten bu yani Caner anlattığın şekilde bunun hiç bi olacak bi tarafı yok mu ya bu çok bi karışık ya çok üzüntüde ya bilgin gibi değil ya aldık konuştum öyle biraz konuştum da çok üzüntüde ya iki gündür uyuyamıyorum diyo abi diyo be ne yapacağız ya" dediği, S.ŞAHİN' in "ben ne yapayım ABİ ya, ihale bana mı kalsın ABİ'^ dediği, S.HOŞTAN' m "yok sana ihale olur mu ya..." dediği, S.ŞAHİN' in "ne diyeyim ABİ alacaklı orda verecekli orda" dediği,
25.05.2004 günü saat: 18.16 sıralarında Sedat ŞAHİN ile İbrahim TATLISES'ın yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.ŞAHİN' in "Merhaba İbrahim sana biyeş soracam kafama takılıyorda sormadan edemeyecem, sen götmüsün?" "öylemisin değimlisin" dediği, I.TATLISES' in "kaç sefer aradım SAMİ ABİYNEN birlikte randevi aldık bi türlü şeyapmadık..." dediği, S.ŞAHİN' in "duydun işte şimdi demek ki duymak zorunda bıraktın beni" "düşünürsen bulursun ...başka bir şey demiyorum sana" dediği, I.TATLISES' in "ben aradım hayır kaç kere aradım" dediği,
26.05.2004 günü saat : 17.28 sıralarında Vedat ŞAHİN ile Sami HOŞTAN'm yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.HOŞTAN' m "alo" dediği, V.ŞAHİN' in "ABİ merhaba" dediği, S.HOŞTAN' m "KARDEŞ ne haber" dediği, V.ŞAHİN' in "sağol ABİ seni sormalı" dediği,
26.05.2004 günü saat : 17.50 sıralarında Sedat ŞAHİN ile Sami HOŞTAN'm yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.HOŞTAN' m "alo" dediği, S.ŞAHİN' in "şarjın mı bitiyor ABİ" dediği, S.HOŞTAN' m "evet ben o zaman ona sana söylediği gibi git bi görşü diyim, ona ben söyleyim sen bi git görüş diyim" dediği, S.ŞAHİN' in "yerine getirsin ABİ Erol efendiyi getirsin de..." dediği, S.HOŞTAN' m "da doğru GARDAŞ doğrudur..." dediği, S.ŞAHİN' in "ABİ gelecekse Erolla birlikte gelsin ABİ" dediği,
27.05.2004 günü saat : 22.00 sıralarında Sedat ŞAHİN ile Sami HOŞTAN'm yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.HOŞTAN' in "alo" dediği, S.ŞAHİN' in "ABİ merhaba" dediği, S.HOŞTAN'm "KARDEŞ merhaba" "o sanfort tarafı varya o şeyin sen ne yapıyorsun ne var ne yok" dediği, S.ŞAHİN' in "herhangi bir şey yok, oturuyorum yazıhanede, ABİ Habibin numarasın" S.HOŞTAN'm "vereyim 0 537 685 16 29" "...Erol'u dedim al Erol sakatmış ya o eral" "evet ayaklarından vurulmuş ya da evvelden ya" "bide ALİÇOYA(Ali Fevzi BİR'den bahsedilmektedir) vermemişler biliyormusun" "...demişlerki sen ŞAHİN' e buradan vize aldın demişler" dediği,
02.07.2004 günü saat : 20.37 sıralarında Sedat ŞAHİN ile Sami HOŞTAN'm yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.HOŞTAN' in "alo" dediği, S.ŞAHİN' in "ABİ merhaba" dediği, S.HOŞTAN' m "KARDEŞ nasılsın" "bu Hüseyin Avni SİPAHİ" dediği, S.HOŞTAN' m "he ben değil ama şey ALİÇO (Ali Fevzi BİR'den bahsedilmektedir) görüşüyor onunla farktemez yani" dediği, S.ŞAHİN' in "asaltlamayı yaparken de başlarken de bazı ödeme ödemeler gerekliydi yapılması lazımdı bizde tuttuk o zaman bizim damadın kız kardeşimin kocasının çeklerini aldık kırdırdık oraya yatırdık" "şimdi de çeklerin günü geldi bu adam bize ödeme yapmıyor" "evet beni biliyor yani ABİ yani bu işte beni ortak olduğumu bizzat biliyor" dediği,
03.07.2004 günü saat : 20.21 sıralarında Sedat ŞAHİN ile Sami HOŞTAN'm yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.ŞAHİN' in "alo" dediği, S.HOŞTAN' m "ne oldu dönmedi değil mi GARDAŞ" dediği, S.ŞAHİN' in "görüştüm ABİ ben aradım".dediği, S.HOŞTAN' m "söyledin mi benim söyledikleri mi" dediği, S.ŞAHİN' in "kı^sf konuştuk ABİ" dediği, S.HOŞTAN' m
"ya diyeceksin bak oğlum pazartesi nerenin belediye başkanı bu" "TAŞDELEN Belediye başkanı ...nerde olduğunu bilmiyoruz" "evet ben Kıbrıs'a gidiyorum ...bi yer varmış otelin kumarhanesi orayı gidip görüp yani iki günde üç günde dönecem yani TAMAM MI KARDEŞ" dediği,
01.02.2005 günü saat : 14.06 sıralarında Sami HOŞTAN ile Mahmut AK'ın yaptıkları telefon görüşmesinde özetle;
S.HOŞTAN' m "He Mahmut senmisin ben" dediği, M.AK' in "Sen İMRAHİMİYE(Ziya BANDIRMALIOGLU ile birlikte hakkında işlem yapılan Mahmut İBRAHİMİYE' den bahsetmektedirler" mi zannettin" dediği, bir süre iş adamı Ali Haydar VEZİR ve Kurban isimli şahıslar arasındaki alacak verecek konusunu konuştuktan sonra M.AK' m "benim SEDAT ABİ'ye bir sözüm vardı Kefaletim vardı bi arkadaşla ilgili de" "20 bin lira para kaldı bi iki üç gün bekletemedim bi hafta on gün oyaladım zaten o diğerlerini verirkende biraz sıkıntılarım vardı bi 20 bin dolar kaldı şimdi yurt dışından aradı biraz da hakaret etti bi..." "şunu bi ABİYLE bi konuşya VEDAT'LA veya kardeşiyle" dediği
Şüpheli ALİ YASAK ile İRTİBATI
31.10.2007 günü saat : 16.46'de Sami HOŞTAN ile Habip.............. ? arasındaki telefon
görüşmesinde özetle;
Sami HOŞTAN'm "Ne yaptın görüştün mü DREJ'LE" dediği, Habip'in "Görüştüm abi haber bekliyorlar istiyorsan bağlıyım" dediği, Sami HOŞTAN'm "POLE GELSİN" "... sen dükkanda mısın" dediği, Habip'in "Dükkandayım burdayım şimdi geldim abi" dediği, Sami HOŞTAN'm "Kurban geldimi" "... ben sen Kurbanla işim var onun için yani" dediği, Hasan'm Kurban'm da dükkanda olduğunu çağıracağını söylediği, Sami HOŞTAN'm "Dükkanda konuşsak olurmu acaba ya" dediği, Habip'in "... abi arkada konuşursunuz yani salonda da oturursun" dediği daha sonra Pole de buluşmak üzere anlaştıkları tespit edilmiştir.
15.01.2008 günü saat:13.06'da Sami HOŞTAN ile X Şahsın yaptığı telefongörüşmesinde özetle;
SAMİ'nin "...cenazeye çıktım BURHANETTİN S ARAL'IN annesi rahmetli oldu" "Gelecemde senlede özel başka bir işimde var abi" dediği, X ŞAHSIN "E tamam ben o Hüsrevin bi 250.000 dolar borcu var işte" "Seneti de var, neyse senedide ben aldım yanıma" dediği, SAMİ'nin "... bir lira yok biliyormusun 100.000 lira geçen gün bir yerden faizle para alacaktık alamadık" dediği, X ŞAHSIN "Hani sen birde bana bi söz vermiştin Hüsrevi okşayacaktın" dediği, SAMİ'nin "Hüsrevi okşamaktan başka bir şeyler yapıldı" "Anlatırım geldiğin zaman" dediği,
31.10.2007 günü saat : 18.43'de Sami HOŞTAN ile Sedat BUCAK arasındaki telefon görüşmesinde özetle;
Bir süre zaman aşımına uğrayan mahkemelerden konuşup sohbet ettikleri, ilerleyen konuşmalarda, Sedat BUCAK'm "ABİ yalnız özellikle bundan sonra dikkat et, hiç ummadığın bir yerde bişey daha çıkar" dediği, konuşmanın devamında, yargılandıkları mahkemelerden dolayı çocuklarının zarar gördüğünü anlattıkları Sedat BUCAK'm çocuklarını, ailesini Amerikaya götürüp orada yaşamaya başlayacağını anlattığı ve "OLDU ABİ EMİRLERİNİ BEKLİYORUM" diyerek telefonu kapattığı tespit edilmiştir.
26.10.2007 günü saat : 17.28'de Sami HOŞTAN ile Orhan KALKUZ arasındaki telefon görüşmesinde özetle;
Sami HOŞTAN'm "Sen o gün bizi aradın biz bu adam için söyledik şimdi bu yavşak aramış bu Emin yavşağı bizim şeyi aramış ee Metin'i aramış" ".... abi ne olur söyle ...sik ona söyle o yavşağa" dediği, Orhan KALKUZ'un "Abi diyemez öyle ya sana der bana diyemez, bugün gelcek o bana" "Ben o adamı tanımıyorum, dün akşam parayı almaya Beşiktaş'ta yazanesi..." "Oraya gittim parayı almaya, bana çek-verdi baba anladın mı, uyuz oldum"
dediği, Sami HOŞTAN'm " Yalancı ben yauv dansöz gibi ibnenin biri" dediği, Orhan KALKUZ'un "... abi sen hiç karışma ... ben de Orhan'dan parayı alırım de" "Abi be sana bişey söyliyim mi telefonda söylemek istemiyorum, o bu akşam parayı getirmesin ben onu bak nasıl gettiriyorum sen görcem abi" dediği,
26.10.2007 günü saat : 17.31'de Sami HOŞTAN ile Adnan....? arasındaki telefon görüşmesinde özetle;
Sami HOŞTAN'm "şimdi Orhan'la konuştum ben, ... ben dedi Ahmet'i arıyor dedi sen karışma dedi abi dedi o işe bu işlere sen" dediği, Adnan'ın "Metin'i aramış da demiş böyle böyle salıya şey yapalım" "Biz şimdi arada racon kesersek olmaz onu Orhan konuştu, Orhan kessin raconu" dediği,
16.11.2007 günü saat : 15.09'de Sami HOŞTAN ile Mehmet ŞEHİRLİ arasındaki telefon görüşmesinde özetle;
Tercüman gazetesinde gazeteci olan Ufuk.... Un yazdığı yazılarla ilgili konuştukları, Sami HOŞTAN'm Ufuk'u arayarak konuştuğunu, Ufuk'un Ankara da olduğunu ve yazılarla ilgisinin olmadığını söylediğini anlattığı, Sami HOŞTAN'm "Ben bide Uğur beyle görüşmek istiyorum, UĞUR DÜNDAR'LA yani, dün bir televizyonda susurluk ilen beni tehdit etmişti bilmem ne işleri, Susurluk onu ne zaman tehdit etmiş, bunu pek anlamış değilim, hem dost oluyoruz hem ..." dediği, daha sonra Mehmet ŞEHİRLİ'nin Uğur DÜNDAR'm telefonunu vereyimmi dediği tespit edilmiştir.
16.11.2007 günü saat : 15.24'de Sami HOŞTAN ile Uğur DÜNDAR arasındaki telefon görüşmesinde özetle;
Sami HOŞTAN'm "Alo merhaba Uğur bey nasılsınız iyimisin ben Sami Hoştan" "Dedim ki şeyle ilgili dedim bi ariyayım bu Mehmet demişti ki Ayhan Çarkınla bi görüşmüştü" ".... ben tabi Mehmet bişey söyleyince ben bi anda algılayamadım dedim bide ..size sorayım dedim böyle bişey" dediği, Uğur DÜNDAR'm "Var valla yani o konuşmak isterse ben de konuşurum" dediği, daha sonra Susurluk olaylarından konuştukları, susurluk çetesinin Uğur DÜNDAR'ı öldüreceği yönünde gazete de çıkan haberlerle ilgili Sami HOŞTAN'm "İnanın sizde, o gün de ben kendimde görüşmüştüm Tansu Çiller'in yanında ki Mehmet Ustünkaya'nm zamanında" "Ama sizle ilgili hiç bir öyle mevzi bile ..." dediği, Uğur DÜNDAR'm bu konuyu Emniyet Müdürü Kemal YAZICIOĞLU dan duyduğunu, Hanefi AVCI nmda bunu söylediğini anlattığı, Sami HOŞTAN'm da "BEN BU İNSANLARLA BERABER TAM 15 SENE BERABERİM, iç içe ve hala bu insanlar benim yanımdalar nasıl biliyorum mesela AYHAN olsun" "Ben bir güne birgün sizin isminiz zikredilmedi ve niye zikredilmedi sizin siz sadece elinizdeki belgeye göre hareket ettiniz yani araştırdınız onu yazdınız" dediği, Uğur DÜNDAR'm "Hakkatten öyle Sami bey vallahi öyle bide ben bi de akşam konuşurken şunu söyledim ben dedim artık bunlan affettim dedim yani Tansu Çiller'ide affettim kocasını da affettim olup bitenleri de affettim dedim" "Tansu hanımla kocası bana bana inanılmaz işkenceler yaptılar ya" dediği, Sami HOŞTAN'm "Başka birileri tarafından belki yaptırma bak ona bişey diyemem" dediği, bu konu üzerine konuşmaya devam ettikleri tespit edilmiştir.
18.11.2007 günü saat: 01.40'de Sami HOŞTAN ile Hikmet....? arasındaki telefon görüşmesinde özetle;
Sami HOŞTAN'm "... kumar çok güzeldi 15'e 10'a" dediği, Hikmet'in "Kaybettikten sonra güzel olsa ne olur abi ya" "...bu ibne ya bugün Kocaoğlu'yla Erol gelmiş biz kardeşiz biz dostuz falandır filandır" "... ARSLAN diyorki tamam ben borcu üstleniyorum" "... 3 aydan sonra ben bi ödeme planı çıkaracam" dediği, Sami HOŞTAN'm "... şimdi diyeceksin ki ona öyle olmaz bi defa o senetleri çekleri verecek ondan sonrada 300 bin lira getirecek" dediği, Hikmet'in de oyun yapmayacağını, kulüpçülüğüde bırakacağını söyleyerek "...insanlar ölecek dedim, riVyapalım ölecekse ölecek kardeşim biz paramızı istiyecez haklıyken paramızı istçyçeez' insanlar mı ölecek ölsün ne yapalım
yani var mı abi böyle bişey ben sana söyleyim Sami abi" "Abi ikili oynuyorlar konuşurken bize farkı konuşuyorlar biz kan dökülmesini istemiyoruz ee tamam bizde istemiyoruz kim istiyor kan dökülmesini dedim biz paramızı istiyoruz, para istemekle kan dökülecekse dökülsün ne yapalım yani böyle bişey var mı abi" dediği,
24.11.2007 günü saat : 15.14'de Sami HOŞTAN ile Recep....? arasındaki telefongörüşmesinde özetle;
Sami HOŞTAN'ın "...birileri birbirlerini öldürmüşlerdi de İKİ İKİ TARAFI DA BAKIŞTIRDIM DAı çiCİlğe^getirdim yemek veriyorum" "Barıştırdık işte yemek memek şimdi avukatlarını da çağırdım ifade bişeyler yapsınlar yani" "Birbirinden haberi yok ta Ortaköyde bir Gazinoda ateş etmiş ona gelmiş yani nihayetinde onunda şeyi oymuş yani" dediği,
03.01.2008 günü saat:19.28'de Sami HOŞTAN ile Murat..?/Ayhan ÇARKIN' myaptığı telefon görüşmesinde özetle;
SAMİ'nin "Şu Çarkın'ı bağlasana bana" dediği, telefon bağlanırken X ŞAHSIN"Nihat Vural senedi imzalattıran bu" dediği, X BAYAN'ın "... imzalatmış Oflumuimzalattırmış" dediği, SAMİ HOŞTAN'ın "YA BU BENDEN BENİM
KONTROLÜMDEKİ BİR ADAM, BENDEN HABERSİZ BİŞEY OLMAZYA ZATEN BÖYLE ŞEYLER YAPMAZ yapmaz yapamaz yapamaz çünkü Nihat ne bu Nihat ?" dediği, telefonun AYHAN ÇARKIN'a bağlanması ile SAMİ'nin AYHAN'a hitaben "Nihat VURAL Oflu Nihat VURAL diye birini tanıyor musun?" "Antalyada bir yere gitmiş 50 bin dolar almış" "İşte Ayhan ÇARKIN ... beraberiz falan filan" dediği, AYHAN'm "...Hiç tanımıyorum öyle bir isimde duymadım abi" dediği,
İFADE TUTANAKLARI
2001 yılında yakalanan Tuncay GÜNEY ile yapılan mülakatta Sami HOŞTAN ile ilgili olarak;
Susurluk kazası sonrası Veli Paşa'nın Giresun'da olduğu dönemde, birlikte oturup sohbet ettiklerini, yanlarında oranın Kurmay Başkanı, bir de Albayın bulunduğunu, televizyonda Veli KÜÇÜKLE ilgili bir haber dinlediklerini, daha sonra Veli KÜÇÜK'ün Susurluk kazasını kast ederek "Mehmet AĞAR'da ölecekti biliyorsun, o gün onlar oteldeydiler bunlar, aslında hep beraber gitmeleri, o kazada olmaları gerekiyordu" dediği, sonra da Mehmet AGAR'ı Sami HOŞTAN'm uyarmış olabileceğini söylediği,
Kuzey Irakta yaşayan Hüsamettin TÜRKMEN'in VELİ PAŞA'YA çalışan bir adam olduğunu, geçmişte Veli Paşa'nın bu şahsı ve grubunu istihbarat amaçlı kullandığını, bir gün Hüsamettin TÜRKMEN ile yaptığı sohbette, K.Iraktan toplanan uyuşturucuyu İskenderunda serbest bölge limanıma götürdükleri sırada Polis tarafından durdurulduğu, bunun üzerine Veli KÜÇÜK'ü aradığı, onunda Diyarbakırdan Eşref HATİBOĞLU olabilir, bazı subaylan göndererek "malı" aldınp İskenderun'a götürdüğünü, uyuşturucunun miktannı bilmediğini ancak uyuşturucunun Sami HOŞTAN'a ait olduğunu,
Doğu PERİNÇEK'den Sami HOŞTAN'm HAP işi yaptığını öğrendiğini, Doğu PERİNÇEK'in isteği üzerine bu konuyu Veli KÜÇÜK'e anlattığını, onunda "ben her zaman bunun dosyasını temizleyemem, Sami'yi Ömer Lütfü TOPAL' m yerine koyarak biz hata yaptık' dediğini,
Veli KÜÇÜK'ün bilgisi dahilinde, Sami HOŞTANLA ilgili olarak, Fransız İstihbaratı (OJD) Türkiye sorumlusu ile görüştüğünü, görüşme talebinin OJD den geldiğini, Doğu PERİNÇEK, Doğan DUYAR (Hasan YALÇIN'm yardımcısı ve Paris muhabiri) vasıtası ile Palas Otelinde bir görüşme yaptıklannı, Fransız İstihbarat sorumlusunun, "Sami HOŞTAN'ın uyuşturucu işi yaptıği Veli KÜÇÜK'ün de uzun zamandır buna sahip çıktığı, askerlerin uyuşturucu işine yıllardır yol verdiği, JİTEM'in uyuşturucu trafiğinde yer aldığını' anlatarak Sami HOŞTAN ile görüşmek istediğini,-, kendisinin de Sami HOŞTAN'm telefonundan aradığını, fakat Sami HOŞTAN'm kendisine kızarak "Veli abiye sor eğer bir
/ i. *
şey varsa Veli abi açıklasın' dediğini, bu görüşmeden sonra şahısların yanından ayrılarak Drej Ali'nin Bakırköydeki bürosunda Sami HOŞTAN ile buluştuklarını ve konuyu anlattığını, bu arada Veli KÜÇÜK'e bilgi verdiğini Veli KÜÇÜK'ün de "Sami HOŞTAN'a görüşme yapmamasını' söylediğini, kendisine de "Doğuya söyle fransız istihbaratından gelenleri yönlendirsin(oyalasm), askerler yapmıyor desin' dediği şeklinde bilgiler verdiği anlaşılmıştır.
Şüpheli Sami HOŞTAN'ın Emniyet Müdürlüğünde alınan ifadesinde;
Tuncay GÜNEY'in anlatımlarında geçen Amerikan CAT şirketi, Fransız OJD istihbaratı, Hüseyin TÜRKMEN, Doğu PERİNÇEK, Doğan DUYAR, Nejat TAŞ, NeCDet MENZİR, Hayri KOZAKÇIOĞLU sorulduğunda, şahısları tanımadığını, Amerikan şirketi ve Fransız istihbaratı ile hiçbir alakasının olmadığını, yine Tuncay GÜNEY'in anlatımlarından, kendisinin uyuşturucu işi yaptığı ile ilgili sorulan sorulara, uyuşturucu ticareti yapmadığını, iddiaları kabul etmediğini beyan etmiştir.
Susurluk Kazası ile ilgili sorulan sorulan daha önce yargılandığı için cevaplamak istemediğini, Tuncay GÜNEY'in anlatımlarında geçen Mehmet AĞAR'm Susurluk Kazası öncesinde kendisi tarafından uyarılması konusu sorulduğunda, Mehmet AGAR'ı tanımadığını, kesinlikle kendisini aramadığını beyan etmiştir.
Veli KÜÇÜK ile yapmış olduğu telefon görüşmelerinde geçen Azerbeycan'da yapacağı bir işle ilgili fikir alması konusu sorulduğunda, görüşmeyi hatırlamadığını beyan etmiştir.
Tuncay GÜNEY'in bu iddiaları ile ilgili Şüpheli Veli KÜÇÜK alınan ifadesinde;
Hüsamettin TÜRKMEN'İ 1976 yılından buyana tanıdığını, bu şahıs İskenderundan evli olduğunu, Irak kökenli olduğu için, ırak'a gidip geldiğini, kendisinin de bu şahıstan istihbari faaliyetler için bilgi aldığını, halen de Irak la irtibatının devam ettiğini, İstanbul'a geldiğinde kendisini aradığını, bu şahsın uyuşturucuyla ilgisi olduğunu hiç duymadığını, Tuncay GÜNEY'in iddialarının hayal mahsulü olduğunu beyan etmiştir.
Şüpheli Emin GÜRSES alınan ifadesinde özetle;
Emin GÜRSES 22.01.2008 günü saat:11.52'de Nazmi ÇELENK ile yaptığı telefon görüşmesinde; bir süre yapılan soruşturma kapsamında yakalanan kişilerle ilgili konuşmalar yaptıkları, bir süre sonra Nazmi ÇELEK'in ".. .Veli Paşa pisliğin teki ya ben ... şimdi sana söylüyordu ya." "Ya bunlar devletin kimliğini kullanarak parasal işlere giren tipler... bunlar ama yani ne yaptığını bilemiyoruz." Dediği, Emin'in "Ya bizimkilerden bile rüşvet istemişler armatörlerden ya Veli paşa bu işin içindeydi." "Tabi 7 milyon Dolar istediler.. Veli paşayla konuşayım, dedim ki Genel Kurmay Başkanına mı söyleyim, O zaman Genel Kurmay Başkanı Kıvnkoğlu, yoksa dedim siz mi halledersiniz." "Bir hafta içinde işi çözdü." Dediği anlaşılıştır.
Bu görüşme Emin GÜRSES'e sorulduğunda, görüşmenin doğru olduğunu Veli KÜÇÜK' ün değişik şekillerde para toplayıp, Azerbaycan ordusunun toparlanması için oraya gönderdiğini, kendisinin tersanecilik yapan yeğenleri olduğunu, SAMİ HOŞTAN ve Berber YAŞAR denilen şahsın Kilis'li bir iş adamı adına bu parayı istediklerini duyduğunu, bu konuyu Veli Paşaya söyleyince Veli Paşanın birden sinirlendiğini ve bir daha adamlarının yeğenlerini aramadığını beyan etmiştir.
ŞÜPHELİ SEDAT PEKER'İN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İRTİBATI
Sedat PEKER 1972 doğumludur, aslen Rize ili halkından olduğu halde Adapazarı nüfusuna kayıtlıdır. Bu güne kadar "Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, örgüt kapsamında çok sayıda gasp yapmak, gasp amaçlı adam kaldırmak, adam yaralamak vb" suçlardan hakkında işlem yapılmış ve defalarca tutuklanmıştır. En son 2004 yılı içersinde hakkında yapılan isoruşturma sonucu tutuklanmış ve İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesince yargılaması tamamlanarak 14,5 yıl Hapis Cezasına mahkum edilmiştir. ' %
Sonuç olarak Sedat PEKER hakkında bugüne kadar yapılan işlemler, mahkeme kararları, gerçekleştirdiği eylemler ve elde edilen tüm deliller Sedat PEKER'in çıkar amaçlı suç örgütü lideri olduğunu ve bu güne kadar birçok eylemler gerçekleştirdiğini açıkça göstermektedir.
Sedat PEKER tüm kamuoyunda da MAFYA olarak bilinen bu güne kadar defalarca hakkında değişik suçlardan işlem yapılan ve son olarakta mahkeme karan ile suç örgütü liderliği onaylanan birisidir. Veli KÜÇÜK ise uzun yıllar Türk Silahlı Kuvvetleri içersinde kritik ve hassas yerlerde görev yapmış ve emekli olmuş bir generaldir. Fakat Sedat PEKER'le olan ilişkisi 1992 yılında başladığı göz önünde bulundurulduğunda görev yaptığı günlerden bugünlere kadar artan bir bağlılık ve samimiyetle gizli ve şifreli bir şekilde devam ettiği görülmüştür.
Bu ilişki hem Veli KÜÇÜK'e hemde Sedat PEKER'e sorulduğunda açıklayıcı ve makul bir cevap vermedikleri gibi öne sürülen delillerlede çelişen beyanlarda bulunduklan görülmüştür.
Çünkü hayatın akışı içersinde böyle bir ilişkinin makul ve anlaşılır olması düşünülemez. Dolayısıyla Veli KÜÇÜK ile Sedat PEKER arasındaki ilişkinin boyutu ve şekli dahi "ERGENEKON" terör örgütünün yapısını ve faaliyetlerini çok iyi göstermektedir.
Diğer taraftan vatani görevini en iyi şekilde yerine getiren birçok kişiden daha sağlıklı görünen Sedat PEKER askerlik hizmetini yapmayarak çürük raporu almıştır. Veli KÜÇÜK'e yönelik kısa sürede yapılan teknik takip çalışmalannda, emekli olmasına rağmen çevresindeki birçok şahsın askerlik işlemleri ile ilgili gösterdiği gayret ve azim göz önünde bulundurulduğunda görevde olduğu dönemde Sedat PEKER'in çürük raporu almasında ne tür bir rolü olduğu sorusunu akıllara getirmektedir.
Bu ilişki Veli KÜÇÜK'e sorulduğunda alınan ifadesinde özetle;
"Sedat PEKER'i babası Ahmet PEKER vasıtasıyla tanıdığını, babası rahmetli olduktan sonra bir kaç kez Kocaeli de kendisini ziyarete geldiğini, başka da herhangi bir bağlantı ve ilişkisinin olmadığını,
Ajandasının 03 Kasım Perşembe tarihli sayfasında "Sedat'ın Dosyası Yargıtay 6. Dairede" yazması ile ilgili Avukat Hakkı KURTULUŞ yanma ziyarete geldiğinde Sedat'ın dosyasının Yargıtay 6. Dairede olduğunu söylediğini, kendisinin de alışkanlık olduğundan ajandasına yazdığını, fakat Hakkı KURTULUŞ'un söylediği Sedat'ın Sedat BUCAK'mı yoksa Sedat PEKER'mi olduğunu tam olarak hatırlamadığını,
Aynca Sedat PEKER'le yaptığı telefon görüşmeleri sorulduğunda bir kısmım hatırlamadığını, bir kısmına ise açıklayıcı cevaplar yerine görüşmenin içeriğini anlattığı görülmüştür.
Diğer taraftan telefon görüşmelerine göre Veli KÜÇÜK'ün şoförlüğünü yapan Emin Caner YİGİT'in Sedat PEKER tarafından temin edildiği ve hatta maaşının da Sedat PEKER tarafından ödendiği çok iyi anlaşıldığı halde bu husus Veli KÜÇÜK'e sorulduğunda, Emin Caner YİGİT'in yanma nasıl geldiğini hatırlamadığını, fakat bu şahsı Sedat PEKER'in göndermediğini beyan etmiştir.
Bu ilişki Sedat PEKER'e sorulduğunda alınan ifadesinde özetle; Veli KÜÇÜK ile 1992 yılından beri tanıştığını, zaman zaman telefonla ve yüz yüze görüştüğünü fakat aralannda herhangi bir ilişkinin olmadığım Veli KÜÇÜK'e şoförlük yapan Emin Caner YİĞİT'i tanımadığını, bu şahsı Boğaç Kaan MUATHAN'm tamdığımVeli KÜÇÜK ile herhangi bir para yada ticari ilişkisinin olmadığını, kendisine sorulan telefon görüşmelerinin bir kısmını hatırlayıp cevap verdiği halde Veli KÜÇÜK ve örgütle ilgili konuşmalan uzun zaman önce olduğu gerekçesiyle hatırlamadığını beyan etmiştir.
Mesela VELİ PAŞA'nm kendisine, KORKUT EKEN'e dikkat et deyip demediğini hatırlamadığını, eski bir konuşma olduğunu, SAMİ^HöŞTAN ile KORKUT EKENTe ilgili yaptığı konuşmalan hatırlamadığını, yine başka bıf görüşmede geçen "ÖZEL BİR GEMİ,
253
t * ~ulusalbirlikkomitesi.com sitesinde bulunan kurucu üyeler listesinden silmesini söylediğini ve bunun Semih Tufan GÜLALTAY'ın talimatı olduğunu, bu işin sabaha kadar yapılması gerektiğini söylediğini beyan etmiştir.
Mehmet Fikri KARADAĞ'ın alınan ifadesinde özetle; SEMİH TUFAN GÜLALTAY'ı Elazığ'da görevli iken Akın BİRDAL'm tetikçilerini azmettiren kişi olarak duyduğunu, Semih Tufan GÜLALTAY hapisteyken kardeşi Emre GÜLALTAY'ı Muzaffer TEKİN'in bürosunda tanıdığını, Muzaffer'in Emre'yi, Semih Tufan GÜLALTAY'ın kardeşi olarak tanıttığını, Emre'yi Muzaffer'in yanında 3-4 defa görmüş olabileceğini,
Semih Tufan cezaevinden çıktıktan sonra Muzaffer'le veya tek başına en az 10 defa görüştüğünü, bu görüşmelerin bazılannda resmi kıyafetli olduğunu, Semih Tufan'la Ulusal Birlik Partisinin kurulması aşamasında görüş alışverişlerinde bulunduklanm hatta partinin ismini birlikte koyduklannı, Semih Tufan'la devlet sorunlanm görüştüklerini,
Ulusal Birlik Partisinin kurulması çerçevesinde Semih Tufan'la birlikte Ankara'ya gittiklerini, burada bazı şahıslarla görüşmeler yaptıklannı, orada şahıslann kendisine eski ülkücüler olarak lanse edildiğini hatırladığını, ilerleyen dönemde Semih Tufan'la aralanmn açıldığım ve bir daha görüşmediğini beyan etmiştir.
Muzaffer TEKİN'in Cumhuriyet Başsavcılığında alınan ifadesinde; Kendisine istanbul C.Savcılığma posta ile gelen ihbar mektubu sorulduğunda; Akın BİRDAL suikastı ile ilgili olarak aranan Semih Tufan GÜLALTAY'ı evinde saklamadığını, ancak bu kişiyi saklayan Emekli Binbaşı Mahmut Zihni OZAN'm kendisinin arkadaşı olduğunu, Semih Tufan GÜLALTAY'ı sözü edilen olaylardan 2-3 sene önce Mete YALAZANGİL aracılığı ile tanıdığını, olayı basından duyduğunu ve olayla ilgili olarak kendisinin ifadesinin alınmadığını, Semih Tufan GÜLALTAY'ın cezaevine girmesinden sonra ailesi ile ilgilendiğini, bu kişiyi 2003 yılında cezaevinden çıktıktan bir müddet sonra tekrar irtibat kurduklannı, yaklaşık 3 senedir görüşmediklerini beyan etmiştir.
Mete YALAZANGİL'in Emniyette alınan ifadesinde özetle; Semih Tufan GÜLALTAY'ı çocukluğundan bire tanıdığını, 198^^^uântaan önce Tekel'de çalıştığım dönemlerde Muzaffer TEKİN'de ile tanıştığıj^zaman ^J& Muzaffer TEKİN'in
3>
Kadıköy Kuşdilinde bulunan bürosuna gidip geldiğini, 1998 yılı içerisinde Muzaffer TEKİN'in, Semih Tufan GÜLALTAY ve arkadaşı Namık Zihni OZANSOY'un Kastamonu cezaevinde olduklarını ve görüşmeleri gerektiğini kendisine söylediğini, Muzaffer TEKİN ile birlikte Kastamonu'ya giderek Semih Tufan GÜLALTAY ve Namık Zihni OZANSOY ile cezaevinde görüştüklerini, Bu görüşmeden yaklaşık 1,5-2 ay kadar sonra milliyet gazetesinde Akın BİRDAL suikastı sanıklarından birisinin de kendisi olduğu yönünde haberler okuduğunu, bunun üzerine Ankara Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne gidip teslim olduğunu, Ankara DGM savcılığınca serbest bırakıldığını, 2001 yılı içersinde bir gün Semih Tufan GÜLALTAY'ın yeğeni olan NeCDet ATIŞ isimli şahısın yanma gelerek Semih Tufan GÜLALTAY ve arkadaşlarının Yozgat cezaevine nakledildiklerini ve Semih Tufan GÜLALTAY'ın kendisi ile görüşmek istediğini, bu nedenle Yozgat cezaevine gitmesini istediğini, kendisinin de işlerinin olduğunu söyleyerek bunu kabul etmediğini, bir süre sonra da Muzaffer TEKİN'in yanma geldiğini ve bu kez de Muzaffer'in kendisine Yozgat ceza evine gitmesini ve Semih Tufan GÜLALTAY'ı ziyaret etmesini istediğini, kendisinin Semih Tufan GÜLALTAY ve arkadaşlarının suçlu olduklarını düşündüğünden gidemeyeceğini söylediğini, bunun üzerine Muzaffer TEKİN'in onlar istedikleri için görüşmeyeceğini, bu kişilerin arkadaşı ve dostu olduğunu, şuanda da mağdur ve zor durumda olduklarını, bu nedenle onlar istediği için değil kendisi istediği için gitmesini söylediğini, fakat kendisinin Muzaffer TEKİN'in bu teklifini kabul etmediğini beyan etmiştir.
2001 yılında yakalanan Tuncay GÜNEY ile yapılan mülakatta Semih Tufan GÜLALTA Y ile ilgili olarak;
PKK'nm KJrakta Celal TALABANİ ile uyuşturucu işi yaptığını, PKK nın yanında yer alan Akın BİRDAL'm vurulması emrini (YEŞİL) Mahmut YILDIRIM'in verdiğini, Yeşil'in Veli KÜÇÜK'ün adamı olduğunu, Yeşilin adamının da Cengiz Astsubay olduğunu, Semih Tufan GÜLALTAY'ın Akın BİRAL'ı vurmaktan yakalanıp ceza evine konulduğunu,
Ayrıca bir dönem Semih Tufan'm kardeşi Emre GÜLALTAY'ın Korkmaz YİĞİT'i sıkıştırdığını, bunun üzerine Veli KÜÇÜK'ün Emre yi yanma çağırdığını, Emre GÜLALTAY'ın Veli KÜÇÜK'ün karşısında "iki büklüm oturarak" bir emri olup olmadığını sorduğunu beyan etmiştir.
Semih Tufan GÜLALTAY'ın Cumhuriyet Başsavcılığında alman ifadesinde özetle;
1998 yılında AKIN BİRDAL olayı olarak bilinen olaydan ötürü tutuklandığını, 4,5yıl ceza yattığını, tahliye olduktan sonra bir dönem Ulusal Birlik Partisi'nin genelbaşkanlığını yaptığını, ancak daha sonra sabıkası nedeni ile bu partiden ayrılarak Ulusal BirlikPlatformu adı altındaki platformu kurduğunu, Bu platformun dernekler kanununa göreoluşturulduğunu, 50'ye yakın dernek tarafından platformun oluşturulduğunu, bu derneklerinbaşkanlarının almış olduğu karar ile platform olarak birlikte hareket ettiklerini,ulusalcı olarak bilinen Kuvva-i Milliye dernekleri türünden derneklerin kendilerinemüracaat ettiklerini, ancak bunların üyeliğini kabul etmediğini, birçok konuda yazılmıştoplam 11 adet kitabı olduğunu,
YEŞİL kod MAHMUT YILDIRIM ile daha önce bir iki kez görüştüğünü, görüştüğü dönemde YEŞİL'in aranan biri olmadığını, şahsı istihbaratçı olarak tanıdığını,
Ergenekon soruşturmasında ismi geçen şüphelilerden;
METE YALAZANGİL'i 1984 yılında Tekel'de güreş takımında olduğu dönemden tanıdığını, zaman zaman görüştüklerini, kendisinin tutuklu olduğu dönemde Yozgat ve Kastamonu Cezaevine ziyaretine geldiğini,
MUZAFFER TEKİN'İ AKIN BİRDAL olayından dolayı tutuklanan emekli Binbaşı NAMIK OZANSOY isimli arkadaşını cezaevinde ziyarete geldiğinde tanıdığını, NAMIK OZANSOY'un Muzaffer ile devrç^Madl^. olduklarını öğrendiğini,
J^C
cezaevinden tahliye olduktan sonra MUZAFFER TEKİN'in geçmiş olsun ziyaretine geldiğini ve böylelikle görüştüklerini, Muzaffer TEKİN'in ara sıra Küçükyalıdaki bürosuna çay içmeye geldiğini,
FİKRİ KARADAĞ'I da MUZAFFER TEKİN vasıtası ile tanıdığını, MUZAFFERTEKİN ile iş yerine geldiklerini, FİKRİ KARADAĞ ile sohbetlerinde görünüşte olduğu gibiTürklük anlayışına sahip bir kişi olmadığını, aksine konuşmalarında marksist bir hava olduğukanaatini edindiğini,
004 senesinde Ulusal Birlik Partisinin kongresinde genel başkan olduğunu, ancak adli sicilinin gerekçe gösterilerek parti hakkında kapatma davası açıldığını, bir müddet sonra da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından genel başkanlıktan alındığını, bu siyasi partiye genel başkan olduğu zaman MUZAFFER TEKİN'in de kendisini partiye üye olmak için çağırmasını beklediğini hissettiğini, ancak kendisinin susurluk olayında ismi geçen İBRAHİM ŞAHİN ile yakın arkadaşlığı olduğunu bildiğinden dolayı davet etmediğini, MUZAFFER TEKİN' in UBP (Ulusal Birlik Platformu) ile bir alakası olmadığını, UBP'nin resmi web sitesi ubhareketi.com olduğunu, kendisinin bu platformun kurulmasına önayak olduğunu, bu platformun aynı isim ile siyasi harekete dönüştürme amacını güttüğünü, Bu konuda platform üyesi dernek başkan ve üyeleri ile fikir bazında tartışmaları olduğunu, Herkesin aynı görüşte olmadığını, örneğin platformun Ankara başkanı, aynı zamanda Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı olan ŞENER ERUYGUR platformun sivil toplum hareketi olarak tasvip edilmeyen hükümet politikalarına karşı sivil muhalefet yapılmasından yana olduğunu, siyasi partiye dönüşmenin uygun olmayacağını düşündüğünü,
SEVGİ ERENEROL'u, MUZAFFER TEKİN'in telefon açarak milliyetçi vatansever bir kuruluşun bir gecesi var, senin de Fethullah GÜLEN ile ilgili kitabını okumuşlar, seni de o geceye davet ediyorlar dediğini, MUZAFFER ile birlikte Taksim' de Türk Solu'nun binasına gittiklerini, SEVGİ hanımın da orada konuşmacı olduğunu, kendisi ile orada tanıştığını, Sevgi 'nin daha sonra Paskalya Yemeğine kendisini davet ettiğini, Türk Solu dergisinin kendisine ait "Fethullah Gülen müslüman mı" isimli kitabını basmak istediklerini duyduğunu, ücreti mukabilinde bastıklarını, hatta korson baskısını da yaptıklarını öğrendiğini, daha sonra da görüşmeyi kestiğini, O olaydan 5-6 ay kadar sonra da SEVGİ ERENEROL' u UBP (Ulusal Birlik Partisinin) İstanbul il binasının açılışına davet ettiğini, GÜLER KÖMÜRCÜ' nün kendisi hakkında yazı yazdığım ve yazının aleyhine olması sebebi ile Güler KÖMÜRCÜ'yü dava ettiğini, dosyada GÜLER KÖMÜRCÜ' ye ait resimlerin gösterildiğinde, bu resimlerdeki gamalı haçın ne ifade ettiğini bilmediğini, Ancak Almanya ile irtibatlı bir konu olabileceğini,
VELİ KÜÇÜK'ü basından tanıdığını, kendisi ile ne yüzyüze ne de telefonla görüşmüşlüğünün olmadığını, ancak Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı' nın bir toplantısında karşılaştığım, ancak kendisi ile konuşmadığını, kardeşi EMRE GÜLAYTAYin Veli KÜÇÜK ile bir tanışıklığı olduğunu bilmediğini,
TUNCAY GÜNEY'in Yozgat Cezaevinde iken kendisini ziyarete geldiğini, kendisini binbaşı olarak tanıttığını, Özel Harp Dairesinde görev yaptığını söylediğini, Hatta kendisinin VELİ KÜÇÜK' ün emrinde çalışan istihbarat görevlisi olduğunu söylediğini, TUNCAY GÜNEY'in kendisinde bazı işler yaptırabilecek türde insanlar aradığı şeklinde izlenim bıraktığını,
MEHMET ZEKERİYA ÖZTÜRK'ü 2007 yılı Şubat ayı sonlarında başkanı olduğu Ulusal Birlik Platformunun ofisine tanışmak için geldiği zaman tanıdığını, kendisinin araştırmacı yazar olduğundan, ordu emeklisi olduğundan bahsettiğini,
KEMAL KERİNÇSİZ ile şahsen tanışmadığını, KEMAL KERİNÇSİZ'in başkanı olduğu Büyük Hukukçular Birliği ve Kuvva-i Milliye Derneklerinin Ulusal Birlik Platformuna katılmak istediklerini fakat kendisinin kabul-etmediğini, bu nedenle bu kişilerin kendisine husumet beslediklerini, çünkü kurmuş olduğu "platformun kısa zamanda
Taksim' de binlerce kişinin katılımı ile miting yapacak düzeye ulaştığını, Tüm Türkiye' de yaygın ilgi gören Cumhuriyet mitingleri için gerekli sinerjiyi oluşturduğunu beyan etmiştir.
Semih Tufan GÜLALTAY alman ifadesinde, "ERGENEKON" terör örgütü kapsamında gözaltına alman birçok şüpheliyi tanıdığını beyan ettiği halde, kendisini bu kişilerden ayrı ve uzak göstermeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Fakat elde edilen diğer delillerden hiçte böyle olmadığı, bilakis aynı amaç ve hedef doğrultusunda birlikte hareket ettikleri görülmektedir. Bu hususla ilgili deliller sırası ile anlatılacaktır.
Semih Tufan GÜLALTAY alman ifadesinde her ne kadar kendisini "ERGENEKON" terör örgütü kapsamında gözaltına alman şüphelilerden uzak göstermeye çalışsa da; 25.02.2007 günü Taksim meydanında Ulusal Birlik Platformu olarak düzenledikleri mitinge Veli KÜÇÜK, Muzaffer TEKİN, Sevgi ERENEROL, Kemal KERİNÇSİZ'in bizzat katılarak destek verdiği görülmektedir.
Diğer taraftan Sevgi ERENEROL'un düzenlediği toplantılara Muzaffer TEKİN ile birlikte katılması, Ulusal Birlik Partisini kurarken Mehmet Fikri KARADAĞ ile olan ilişkileri Semih Tufan GÜLALTAY'm "ERGENEKON" terör örgütü mensubu olduğunu açıkça göstermektedir.
Semih Tufan GÜLALTAY liderliğindeki suç örgütüne yönelik yapılan soruşturma kapsamında dinlenen telefonlarda, Semih Tufan'm kardeşi Emre GÜLALTAY'dan mağduriyet yaşayan Savaşhan isimli şahıs "Oğlum bunlar hep yanlış yollara bulaşıyorlar ya." "Şimdi bizim yeğene BİZ DERİN DEVLETİZ hesabına bazı hareketler yapmış, EMRE yapıyo bunları" "MUZAFFER ABİYE gidiyorum, TEKİN'e oraya gelecekler hepsi, ben sana söylim" "Benim yiğenime böyle tahsilat olurmu ya. MUZAFFER TEKİN'e çağıracam EMRE'yi" dediği, böylelikle bir taraftan Emre GÜLALTAY ile Muzaffer TEKİN'in arasındaki ilişkiyi, diğer taraftan da Semih Tufan GÜLALTAY liderliğindeki suç örgütünün kendilerini "DERİN DEVLET" olarak tanıtıp korku saldıkları anlaşılmaktadır. İLETİŞİM TESPİT TUTANAKLARI
27.09.2006 günü saat 16.17'de Gürkan TEMELLİ ile Savaşhan TOSUN/ Nuh Celal...? arasındaki telefon görüşmesinde;
Savaşhan'm "Oğlum bunlar hep yanlış yollara bulaşıyorlar ya." "Şimdi bizim yeğene BİZ DERİN DEVLETİZ hesabına bazı." "Hareketler yapmış, EMRE yapıyo bunları. Ya ben sana bişey söylim mi çok ayıp ya" dediği ve telefonu yanında bulunan Nuh Celal YAYLA'ya verdiği, görüşmenin devamında Nuh Celal'in Emre GÜLALTAY'dan yaşadığı mağduriyeti Gürkan TEMELLİ'ye anlattığı ve telefonu tekrar Savaşhan TOSUN'a verdiği, Savaşhan TOSUN'un da "Muzaffer abiye gidiyorum.. TEKİN'e oraya gelecekler hepsi, ben sana söylim." "Benim yiğenime böyle tahsilat olurmu ya. Muzaffer TEKİN'e çağıracam EMRE'yi ... bunuda çağıracam böyle bişey olurmu oğlum ya he" dediği, Gürkan'm "Ya Savaş abi Muzaffer abi ne yapabilir ki Emre'ye ya. Muzaffer abiyi patlatırlar iki dakkada." dediği, Savaşhan'm "ama bizim yakınları mı kopartacak oğlum." dediği,
21.12.2006 günü saat 21.59'da Semih Tufan GÜLALTAY ile Selçuk arasındaki telefon görüşmesinde;
Bir süre sohbet ettikten sonra oluşturdukları ULUSAL BİRLİK PLATFORMU ve platformun hazırlayacağı deklarasyon metni hakkında konuştukları, bir süre sonra Semih Tufan GÜLALTAY'm öfkelenerek "Ben kutlu bir dava yolunda yürüyorum Selçuk abi. Bana yardımcı olun bana köstek olmayın..." "Üç dört gündür kendi kendimi yiyorum" "...Orada bir kelime bahane edildi. Burda dediler din kelimesi geçmiyor yani manevi değerler" "Onu ulusal değerler olarak tadil ettik" dediği bir süre daha konuştuktan sonra "... Selçuk abi bu iş benim için her şeyden üstün, ben bu işin sonunda kan dökülmesini istemiyorum." "Ben bu platformu kuracağım. Bunun başkanı olarak bu işi, Bu operasyonu ben yürüteceğim. Ben orda bana muhalif olacak ajdaînlnllğzına mermiyi sıkarım", "Ben

26?' -
bu yolda yürüyeceğim. Bu yolda da babam Sırrı GÜLALTAY'ı kurban ederim tanımam. Emre'yi yatırır başını keserim" dediği,
19.02.2007 günü saat 11.25'te Ahmet FULİN ile NeCDet ATIŞ arasındaki telefon görüşmesinde;
NeCDet'in "...Önümüzdeki pazar günü TAKSİM DE MİTİNG VAR Azerbeycan'lılar Derneğinin" "... Başkan söyledi şey gönderecez otobüs." dediği, Ahmet'in "Tamam ... YEVMİYELERİNİ VERİK, HAMALLARI TOPLARIK." dediği, NeCDet'in "Şey ya bizim Timur abinin basın açıklaması miting şeklinde..." "orda çok kalabalık olmamız gerekiyor" dediği,
21.07.2006 günü saat 22.29'da Emre GÜLALTAY ile Şemsettin...? arasındaki telefon görüşmesinde;
Şemsettin'in "Bizim OSMAN deliyi gördün mü ne yaptı?" dediği, Emre'nin "Gördüm şerefsiz herif ne işin var senin" dediği, Şemsettin'in "Yazık ya kendini gerçekten batırdı ya" dediği, Emre'nin "İt herif yüzünden bizim ismimizde geçti" dediği, Şemsettin'in "He biliyorum ya zaten ben kaç sefer basından hep takip ediyordum ya. Ama yemin ederim var ya çok dua edin. Dedim inşallah size doğru gelmez bişey abi ya" dediği, Emre'nin "Ya bu pezevengin Müslümanlığı da yoktur. Ne işi vardı bunun bu işlerle ben anlamadım ki" "Sen bunun hiç Müslümanlığını falan biliyor musun? ...Sen yattın sen bu pezevenkle" dediği, Şemsettin'in "Beş altı ay beraber kaldık karşıda." dediği, Emre'nin "Hiç Allah dediğini duydun mu?" diye sorduğu, Şemsettin'in "Yok valla duymadım" dediği,
15.08.2006 günü saat 15.40'ta Semih Tufan GÜLALTAY ile Haşim...? arasındaki telefon görüşmesinde;
Haşim'in "Semih Bey merhabalar Albay Haşim." Şeklinde kendini tanıttıktan sonra bir süre hal hatır ettikleri, daha sonra Haşim'in "...Özkan'ın durumu hiç iyi değil ne oldu ya?" diye sorduğu, Semih'in ise "Bi ara uğra da bi konuşalım" dediği ve ertesi gün görüşmeye karar verdikleri,
13.09.2006 günü saat 19.09'da Semih Tufan GÜLALTAY ile Gürkan TEMELLİarasındaki telefon görüşmesinde;
Gürkan'm "Başkanım hemen Starı açar mısın hemen." dediği, Semih'in "Ne var son dakika?" dediği, Gürkan'm "Şeyi diyor... İntikam tugayı üstlendi diyor. Diyarbakır'daki olayı diyor, Akın BİRDAL suikasti falan onlardan bahsediyor." "Bi izleyin başkanım hala devam ediyor şuan devam ediyor." dediği, Semih'in "Herhalde yine birileri bana kuyu kazıyor" dediği, Gürkan'm "Tamam normalden görüşürüz birazdan Başkanım." dediği,
17.02.2007 günü saat 10.21'de Semih Tufan GÜLALTAY ile Ali ŞİBİROĞLUarasındaki telefon görüşmesinde;
Semih'in "...Ali bey saat l'de İDRİS PAŞAYLA randevumuz var" dediği ve Taksim'de bulunan Ramada otelin adresini tarif ettikten sonra "Sen bi dosya kataloklar broşür falan hazırla." dediği,
17.02.2007 günü saat 14.50'de Semih Tufan GÜLALTAY ile Ali ŞİBİROĞLUarasındaki telefon görüşmesinde;
Semih'in "Şimdi Ali bey" "Çıktıktan sonra SAYIN PAŞAMLA da konuştuk." "Bu Bulgaristan'daki iş 430 kilometre otoban işi" "bunun ışıklandırması, aydınlatmasını sana vericekler" "Ora diyor çok iş var diyor. Bide orası artık Avrupa Birliği'ne girdi." "şey konusuna da, çalık konusuna da sizi görüştürecek." dediği, Ahmet'in "Yani zaten bizim gelmek istediğimiz noktayı çok hızlandıracak bir oluşum olmakta ve hayırlısı olsun bu gerçekten çok önemlidir" dediği ve yorumlan sonraya bırakmak istediğini belirttiği,
01.02.2008 günü saat:13.55'de Hayrettin ERTEKİN ile Emre GÜLALTAYarasındaki telefon görüşmesinde özetle; Konuşmaların içeriğinden Emre'nin ÇİN ülkesindebulunduğu, Emre'nin bulunduğu yerden KATAR ülkesine .geçeceğini sonra tekrar döneceğinive dernek kuracağını söylediği, sonra bir süre Emre 'nm bulunduğu ülkede birlikte ortak Fırın
■ >•
açma meselesini konuştukları, bir süre ülkenin gündemi ile ilgili konuştuktan sonra Hayrettin'in "...EN İYİ KÜRT ÖLÜ KURTTUR dediğim için 301. maddeden DGM'DE yargılanıyorum inşallah ceza verirler de ben de tarihe geçerim..." dediği, bir süre bu çerçevede konuştuktan sonra Hayrettin'in "...ben seni tanıyorum yani seni biliyorum... ....diyorum ki yanındayım sonuna kadar, her zaman, yani bunu bilesin" "...ne derlerse desinler ORGANİZE ÇETE DESİNLER bilmem hain desinler..." dediği, bir süre daha konuştuktan sonra Emre'nin ""Yalnız ben sana bir şey söyleyim mi ÇOK BÜYÜK STRATEJİ HATASI YAPIYORUZ biz yapıyoruz biz başından beri" "abi en büyük
tehlike kim biliyor musun bunlar değil........................... en tehlikeli olanlar İKİNCİ
CUMHURİYETÇİLER" "bak biz biz şimdi bunları köşeye sıkıştırıyoruz, zannediyoruz bu Ak parti ve o adamın ismi esasında ikinci cumhuriyetçiler bunları kullanıyorlar, biz bunları korkuttukça bak bizi öcü diye gösteriyorlar, bunlar diyorlar sizi kesecek öyle yapacak böyle yapacak ...DİYORLAR ONLARIN ÜZERİNDEN BİZE OPERASYON YAPIYORLAR" "abi bütün basını ele geçirmişler" "...abi olmayan bağlantılar olmayan suçlamalar ya o gazeteci kadını ne hale getirdiler Güler KÖMÜRCÜ'YÜ" "ya o garibim o SEVGİ ERENEROL'A yaptıkları ya" dedikten sonra görüşmenin sonlarına doğru türk-çin işadamları adı altında bir dernek kurmayı planladıkları, Türkiye'deki dernek başkanının Hayrettin ERTEKİN olması, yurtdışındaki dernek başkanın da İbrahim..? isimli şahıs olması yönünde konuşmalar yaptıkları tespit edilmiştir.
ŞÜPHELİ ALİ YASAK'IN ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İRTİBATI
Ali YASAK 1958 Urfa doğumludur. Drej Ali lakabı ile tanınır. "Drej" lakabı boyunun uzun olmasından dolayı Kürtçede uzun anlamına gelen "drej" kelimesinden gelmektedir. Aynı anne babadan olma toplam 8 kardeştir. İstanbul Hukuk Fakültesinde 2. sınıfta okurken babasının vefat etmesi üzerine okulu bırakmış, 1983 yılında da vatani görevini yapmak üzere askere gitmiştir.
1978 yılında üniversite öğrencisi iken kanunsuz yürüyüşe katılmaktan tutuklanmış, yine aynı yıl içersinde karşıt görüşlerle girdiği çatışmada silahla yaralanmıştır.
1988 yılında kardeşi ile ilgili Milliyet gazetesinde bir haber çıkması nedeniyle gazeteyi kurşunlatan Ali YASAK 1990 yılından sonra yeraltı dünyasında ismini duyurmaya başlamıştır.
28 Eylül 1996 günü Ali YASAK'm adamlarının Tuzla ilçesi yakınlarında bulunan OPET benzin istasyonuna tahsilat amaçlı gittikleri sırada meydana gelen silahlı çatışma olayında, diğer taraftan Mahmut ŞAHİN, Ali YASAK'm adamlarından da yeğeni Nihat Yasak ölmüştür. Mahmut ŞAHİN öldürüldükten sonra ona ait olan benzin istasyonu Ali Yasak'a geçmiştir.
2003 yılı içersinde Ataköy de meydana gelen silahlı çatışma olayı ile ilgili yapılan soruşturma sonucunda Ali YASAK ve adamları hakkında "Çıkar amaçlı silahlı suç örgütü kurmak, gasp yapmak, adam öldürmeye tam teşebbüs etmek, tehdit etmek" suçlanndan haklarında işlem yapılmış ve tutuklanmışlardır. Söz konusu olaylarla ilgili Ali YASAK ve adamlarının yargılaması İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinde tamamlanmış ve 14,5 yıla kadar değişik miktarlarda hapis cezalarına çarptırılmışlardır.
Sonuç olarak: Ali YASAK hakkında bu güne kadar yapılan işlemlerverilen mahkeme kararlarları, meydana gelen olaylar ve elde edilen tüm deliller Ali YASAK'm çıkar amaçlı suç örgütü lideri olduğunu ve bu güne kadar birçok eylemler gerçekleştirdiğini açıkça göstermektedir. Çıkar amaçlı suç örgütü olarak bilinen bu Ali YASAK'm uzun yıllardan beri Veli KÜÇÜK ile tanıştıkları ve ilişki içersinde oldukları anlaşılmaktadır.
Şüpheli Ali YASAK'm 25.01.2008 günü Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce alman ifadesinde;
V-, ^ > '^pdrM'
269
1999 yılında Eminönünde bulunan Hamdi Et Lokantasında yemek yerken, lokantanın sahibi Hamdi ARPACI vasıtası ile Veli KÜÇÜK'le tanıştığını, daha sonra kendisini senelerce görmediğini, 1-2 sene sonra tesadüfen İstinye'de bulunan Avcılık Atış Kulübünde Veli KÜÇÜK ile karşılaşıp selamlaştıklarmı, bunun haricinde Veli KÜÇÜK ile ne telefonla ne de yüzyüze görüşme yapmadığını beyan etmiştir.
Sami HOŞTAN'ı kardeşi Mehmet YASAK'm düğününe geldiği için tanıdığını, bayramlarda ve özel günlerde ara sıra telefonla görüştüklerini, bu şahısla herhangi ortak bir iş yapmadığını beyan etmiştir.
Tuncay GÜNEY isimli şahsı ise tanımadığını beyan etmiştir.
"ERGENEKON" ve "LOBİ" belgeleri sorulduğunda, Bu terimleri ilk defa duyduğunu, böyle bir yapılanma hakkında hiçbir bilgisinin olmadığını beyan etmiştir.
Susurluk kazası sorulduğunda; hatırlamadığı birisinin telefonla aradığını ve kazanın olduğunu söylediğini, bunun üzerine Tuncer..? isimli şoförü ile birlikte Susurluk'a gittiğini, cenazelerin alınıp Susurluk adliyesine götürüldüğünü duyduğunu ve direk olarak adliyeye gittiğini, adliyeye gittiğin de Sami HOŞTAN, Ayhan ÇARKIN ve isimlerini hatırlayamadığı kalabalık bir grubun olduğunu gördüğünü, yaklaşık 3 saat sonra bu kalabalık grup ile birlikte Abdullah ÇATLI'nın cenazesini alarak Nevşehir'e gittiklerini, cenazeyi defnettikten sonra İstanbul'a döndüğünü,
Sedat BUCAK'ı Urfa milletvekili olduğu için tanıdığını, Sedat BUCAK'm babasını tanıdığını, zaten bu nedenle Sedat BUCAK'ı da uzun yıllardır tanıdığını, ortak ticari bir faaliyette bulunmadığını,
Abdullah ÇATLI'yı 1978 yılında tanıdığını o dönem Şanlıurfa Ülkü Ocakları Yönetim Kurulunda olduğunu, Abdullah ÇATLI'nın da Ankara Ülkü Ocakları Genel Başkan yardımcısı olduğunu, Urfa'ya ocak olarak geldikleri için bu şekilde kendisini tanıdığını, birkaç defa kendisi ile görüştüğünü, ancak o dönem ülkü ocaklarında faaliyet gösterdiği için görüşmelerinin bu çerçevede olduğunu, daha sonra Urfa'dan ayrıldığını, ülkü ocağı ile ilişkisinin kesildiğini ve 1979 yılından sonra Abdullah ÇATLI ile hiç görüşmediğini,
Abdullah ÇATLI'nın Mehmet ÖZBAY kimliğini kullandığını bilmediğini, Abdullah ÇATLI olarak tanıdığını, kaza yapan oto içersinde olduğu bahsedilen çantadan haberinin olmadığını beyan etmiştir.
Susurluk kazası ile ilgili Tuncay GÜNEY'in beyanları sorulduğunda, yalan olduğunu, çünkü o tarihte Veli KÜÇÜK'ü tanımadığını beyan etmiştir.
Korkut EKEN'i tanıyıp tanımadığı sorulduğunda; 1982 yılında Ankara ilinde emekli Hakim Tahir İLHAN vasıtası tanıdığını, ara sıra özel günlerde telefonlaştıklarmı, ayrıca 1991-1992 tarihlerinde İstanbul'a geldiğinde bir kere görüştüklerini, Korkut EKEN'e araba lazım olduğu için bir araba ve şoför verdiğini beyan etmiştir. Halbuki Tape: 1430, 31.10.2007 günü saat:12.10'da Ali YASAK ile Korkut EKEN arasındaki Ali'nin "Amcaların amcası, abilerin abisi nasılsın?" diye başlayan telefon görüşmesi içeriğinden aralarındaki ilişkinin anlattığı seviyede olmadığı, birlikte iş görüşmeleri dahi planladıkları görülmektedir.
Şüpheli Veli KÜÇÜK ifadesinde;
Ali YASAK'ı tanıdığını, iki kez karşılaştığını, birincisinin Eminönünde bulunan Hamdi Et lokantasında, lokanta sahibi, Hamdi ARPACI nın yanında gördüğünü, bir kez de İstanbul avcılık ve atıcılık kulübünde gittiği bir yemekte karşılaştığını, ayrıca Ali YASAK'ı Yeditepe Üniversitesinde de bir kez gördüğünü, ama ne amaçla orada olduğunu bilmediğini beyan etmiştir.
Şüpheli Sami HOŞTAN ifadesinde;
Drej Ali lakaplı Ali YASAK'la, kardeşi Mehmet YASAK'm düğünündetanıştıklarım, kendisi ile herhangi bir işi olmadığını, susurluk olayı nedeni ile yattığıcezaevinden 2002 yılında çıktıktan sonra Bakırköy' dej^i ofisine geçmiş olsun demeyegeldiğini beyan etmiştir. "j ~~' ^
270 ^ ' V '' . ^----- ^"1
2001 yılında yakalanan Tuncay GÜNEY ile yapılan mülakatta Ali YASAK ile ilgili olarak;
Veli Paşa'nm Giresun'da olduğu dönemde, birlikte oturup sohbet ettiklerini, yanlarında oranın Kurmay Başkanı, bir de Albayın bulunduğunu, televizyona^ Veli KÜÇÜKLE ilgili bir haber dinlediklerini, daha sonra Veli KÜÇÜK'ün "Mehmet AĞAR'da ölecekti biliyorsun, o gün onlar oteldeydiler, bunlar aslında hep beraber gitmeleri, o kazada olmaları gerekiyordu, bizimkiler öbür arkadaki arabadaydılar, Allah' tan o çantayı DREJ ALİ aldı, bunu ben kendi başıma mı yapmışım, bu kadar işi Veli KÜÇÜK olarak tek başına mı yapmışım, yani eğer beni gönderirlerse, ben de konuşacağımı konuşurum" dediğini,
Kaza yerine ilk giden şahsın Drej Ali olduğunu Veli Paşa'nm orada bulunan görevlileri arayarak, cenazenin Drej'e teslim edilmesini söylediğini Veli Paşa'nm olay sonrasında "Allahtan biz o çantayı şey yaptık, eğer çanta başkalarının eline geçseydi mahvolurduk, bizi bertaraf ederlerdi" dediğini beyan etmiştir.
Ayrıca Sami HOŞTAN'ın uyuşturucu meselesi ile ilgili DREJ ALİ'NİN Bakırköydeki bürosunda Sami HOŞTAN ile buluştuklanm ve görüşme yaptıklannı beyan etmiştir.
EL KONULAN BELGELER
Soruşturma kapsamında yakalanan Doğu PERİNÇEK ve 2001 yılında yakalanan Tuncay GÜNEY isimli şahıslardan "BİRLEŞİK KOMÜN" isimli doküman ele geçirilmiştir.
Aynca Veli KÜÇÜK ve Ümit OĞUZTAN isimli şahıslardan da "SECURİTY A.Ş. ULUSLARASI GÜVENLİK ŞİRKETİ PROJESİ", "PROTOKOL A.Ş. ULUSLARASI HALKLA İLİŞKİLER PROJESİ" isimli dokümanlar ele geçirilmiştir.
Tüm bu belgelerin incelemesinden, SECURİTY A.Ş. ULUSLARASI GÜVENLİK ŞİRKETİ PROJESİ" ve "PROTOKOL A.Ş. ULUSLARASI HALKLA İLİŞKİLER PROJESİ" dokümanlannm Ali YASAK tarafından hazırlanıp örgüte sunulduğu, örgütünde söz konusu belgelerde anlatılan çalışmalarla ilgili "BİRLEŞİK KOMÜN" belgesi içerisinde değerlendirme yaptığı ve sonuçtan Ali YASAK'a bilgi verdiği değerlendirilmektedir.
Çünkü "BİRLEŞİK KOMÜN" dokümanının son sayfasında;
"Sayın Ali YASAK, Öncelikle son derece memnuniyet verici içten yaklaşıklannızm titiz ve ciddi bir dikkatle değerlendirmeye alındığını bilmenizi isteriz.
Ticari şirket girişim önerileriniz kurumumuza bir rapor olarak sunulmuştur. Raporlarda yer alan öneriler dayanışma prensipleriyle değerlendirilmiştir.
Özetle ifade edilen hususlann dikkate alınması önemle rica edilir. Başanlı çalışmalannızm devamlılığını dileriz.
Ekte bilgilerinize sunulan "LOBİ" kodlu doküman "BİRLEŞİK KOMÜN"ün amaçlannı açıklıkla ortaya koymaktadır.
Saygılanmızla. Birleşik Komün." yazdığı görülmüştür.
DEĞERLENDİRME
Ortada hiçbir soruşturma yok iken 2001 yılında yakalanan Tuncay GÜNEY Ali YASAK ile ilgili bir takım anlatımlarda bulunmuştur. Soruşturma kapsamında yapılan aramalarda ise az önce belirtilen dokümanlar ele geçirilmiştir.
Ali YASAK ise ifadesinde "ERGENEKON" ve "LOBİ" terimlerini ilk kez duyduğunu ifade etmiştir.
Diğer taraftan Abdullah ÇATLI'yi 1979 yılından beri yani susurluk kazası meydana geldiği tarihe göre tam Onyedi yıldan beri görmediğini beyan ettiği halde, kazadan hemen sonra haberinin olması ve her gün görüştüğü bir dostu gibi anında kaza yerine giderek ilgilenmesi dikkat çekici bir durumdur.
VELİ KÜÇÜKTEN EL KONULAN AJANDA \ ._*--' v
Veli KUÇUK'ün ikametinde yapılan aramada elde edilen, 2005 yılma ait gri renkli Erenköy Ülkü Ocakları ajandasında; "10 Kasım Perşembe tarihli sayfasında Ziya BANDIRMALIOĞLU'nun duruşması" şeklindeki not yazdığı tespit edilmiştir.
Bu tespit Veli KÜÇÜK'e sorulduğunda, Ziya BANDIRMALIOĞLU ile hemşeri olduklarını, Ziyanın Stratejik Güvenlik A.Ş isimli şirketinde, güvenlik projeleri ile ilgilendiğini, kendisine sorulan ajandadaki notu da, Ziyanın görevinin ne zaman nasıl yapacağı konusunu takip etmek için, yani meşgul olduğu günleri tespit etmek için mahkeme gününü not olarak yazdığını beyan etmiştir.
TELEFON GÖRÜŞMELERİ
Tape: 0000181, 27.02.2007 günü saat: 15.31 sıralarında Ziya BANDIRMALIOĞLU ile Okan İŞGÖR arasındaki telefon görüşmesinde;
Aralarında bir süre merhabalaştıktan sonra, Okan İŞGÖR'ün "Dünkü konuyla ilgili uğrayacaktım, ben sana akşam söylediğin konuyla ilgili. Güvenlik okulla ilgili" dediği ve görüşecekleri konuyla ilgili olarak Ziya BANDIRMALIOĞLU'nun, Orhanlı'ya bağlı Akfırat beldesini tarif ettiği, Okan İŞGÖR'ün "Sizin müdür Melih Beymiydi?" diye sorduğu, Ziya'nm "He Melih Bey. Melih İŞCAN." dediği, Okan'ın başka kimin olduğunu sorması üzerine Ziya'nm "Başka kimse yok. VELİ PAŞA VAR BEN VARIM İŞTE" dediği, bunun üzerine Okan'ın "Veli Paşa, sen, Melih bey. Okan bey ayrılıyor" dediği, Ziya'nm "Ha. Ayrılıyor" dediği, Okan'ın okulun yönetiminin kimde olduğunu sorması üzerine Ziya'nm " Şey yönetim kurulu başkanı PAŞAM işte." dediği ve bir araya gelip görüşmek için ertesi günü karalaştırdıklan, görüşmenin devamında Ziya BANDIRMAMLIOĞLU'nun "Ama bu akşam her an bize bir baskın olabilir ha." dediği, Okan'ın "Abi sizde iş olduktan sonra söylüyorsunuz. Ben size ne güzel söylerdim ya" dediği ve görüşmenin sona erdiği,
Tape: 0000192, 28.02.2007 günü saat: 12.51 sıralarında Ziya BANDIRMALIOĞLU ile X şahıs/Veli KÜÇÜK arasındaki telefon görüşmesinde;
X şahsın "Ziyaveli Paşamı bağlayacağım." dediği, daha sonra telefonda Veli KÜÇÜK'ün Ziya'ya "Ziya. Ali beyle görüştünmü?" diye sorduğu, Ziya'nm "Görüştüm paşam" dediği Veli KÜÇÜK'ün "Ne oldu?" diye sorduğu, Ziya'nm "Sizin söylediğinizi söyledim paşam. Aynen sizin söylediğiniz gibi, biz Bursa Şubesiyle.." dediği Veli KÜÇÜK'ün "Tamam peki öyle" dediği, Ziya'nm "Bursa şubesiyle birleşmiş dedim" dediği Veli KÜÇÜK'ün "Tamam oldu peki sağol" dediği, Ziya'nm "Tamam tamam paşam" diyerek görüşmenin bu şekilde sona erdiği,
Tape:1069, 24.11.2007 günü saat : 12.16'de Veli KÜÇÜK ile Sema ARABACIOĞLU (Ziya BANDIRMALIOĞLU'nun eşi) arasındaki telefon görüşmesinde özetle;
Veli'nin "Şubat'ın sonuna mı attılar yine" dediği, Sema'nm "Mart'm 28 Marta attılar bayağı nisana yakın da bayağı çok fazla da attılar" "MAHKEME ÇOK GÜZELDİ BABA. Ben de gittim birlikteydik zaten Deniz ablayla. ... Mahkeme sonrasında sıkıntılı bir süreç oldu. Bir tarafa ayırdılar mahkemeye gelen ziyaretçileri. Kimlik kontrolü üst arama yaptılar. ... Mahkeme sonrasında sanki böyle herşey mahkeme sonrasında her şey hızla gelişti." ... Ziya için sıkıntılı hiçbir şey yok." "Yani bu başka birşeye bağlamaya çalışıyorlar. Bilmiyorum bi Hacısüleymanoğlulanyla alakalı bir şeye mi bağlamaya çalışıyorlar acaba? ... Ziyadan yüzde yüz eminim. Çünkü benim telefonlarımı kullanıyor ve şeyim yani bak numaraların herşeyi bana detayı gelir. Ziya takibimde olduğu için sıkıntılı birşeyi yok..." "Onlar organizeymiş hala" "Sabah sordum. İfadeleri felan alımyormuş. Ekrem'i aramışlar. Ekrem aradı beni. Dedi aradılar anne, beni de çağırdılar Organizeye dedi. İfade vermemi istiyorlar dedi." dediği Veli'nin "Hiçbir şey yokken de almazlar. Vardır başka bir şeyleri onların ya." dediği tespit edilmiştir. ^a*^
'^tyh^r^
NURİ ve VEDAT ERGİN KARDEŞLERLE>ÂİAKAİÇto DEKİ GÖRÜNTÜLER
Soruşturma sırasında C. Başsavcılığımıza gelen ihbar mektubu içersindeki CD'de ki görüntülerden ve bu görüntüler içersindeki Nuri ERGİN ve Vedat ERGIN'in söylemlerinden Mustafa DUYAR'm öldürülmesi olayını Veli KÜÇÜK'ün azmettirdiği yönünde ifadelerin yeraldığı görülmüştür.
Hatta CD içersindeki görüntülerden ve konuşmalardan Nuri ERGİN ve Vedat ERGİN kardeşlerin Mustafa DUYAR'm öldürülmesi olayını Devlet adına gerçekleştirdiklerini zannettikleri, bu durumuda açıkça ifade ettikleri anlaşılmaktadır.
Söz konusu CD'nin yapılan incelemesinde özetle;
Söz konusu CD'nin içeriğinde 01.47 saniyeden oluşan görüntülerin olduğu, görüntülerde Karagümrük Çetesi olarak bilinen Nuri ERGİN ve kardeşi Vedat ERGİN'e ait görüntülerin olduğu, bu görüntülerin Uşak Cezaevinde meydana gelen cezaevi isyanı ile ilgili görüntülerin olduğu anlaşılmıştır.
00.08 saniyeden sonra Nuri ERGIN'in kiremit renkli bir binanın penceresinden çıkarak sağ elini yukarı doğru kaldırıp işaret parmağını sallayarak "BU DEVLET BANA MUSTAFA DUYAR'I ÖLDÜRTTÜ, BEN ÖLDÜRTTÜM, ŞİMDİ CANLI SÖYLÜYORUM" dedikten sonra görüntünün sona erdiği,
00.21 saniyeden sonra Vedat ERGIN'in jandarma erleri arasında elleri kelepçeli bir şekilde resminin görüntülendiği, görüntünün üzerinde "Eskişehir'de avukat Selim ATEŞ'e saldırı yapanlar, kardeşim Vedat ve adamlarıdır!" şeklinde yazının yer aldığı,
00.28 saniyeden sonra Nuri ERGIN'in muhtemelen duruşmaya getirildiği sırada çekilmiş fotoğrafının görüntüsünün bulunduğu, görüntünün üzerinde "Uşak cezaevinden telefonla çok infaz talimatı verdim" yazısının yer aldığı,
00.37 saniyeden sonra kiremit renkli bir binanın penceresinden Türk bayrağı sallanan görüntünün üzerinde "CEZAEVİ İSYANI YER:UŞAK YIL:2000 FAİLLER: NURİ ERGİN VE ADAMLARI" yazdığı, bayrağın sallandığı pencereden üzerinde sadece iç çamaşırı bulunan kafasına siyah bere geçirilmiş bir şahsın aşağı atıldığı, hemen akabinde ikinci bir şahsın da iç çamaşırh kafasına bere geçirilmiş, elleri arkadan bağlanmış bir şekilde göğsüne doğru 5-6 sefer muhtemelen bıçak darbesi vurulduktan sonra aşağıya atıldığı,
00.48 saniyede Nuri ERGİN'in jandarmalar arasında elleri kelepçeli olarak görüntüsünün bulunduğu, bu görüntünün üzerinde "Kartal'da iki tetikçiyi, Erkut Yargüder Erkan Esengil ve Tuncer Gülşen'e vurdurdum!.." yazdığı,
01.01 saniyede tahmini 10 kişinin bulunduğu bir görüntünün geldiği, görüntüdeki şahısların bazılarının kar maskeli bazılarının ise yüzlerini gizlediği, görüntünün üzerinde "BİZ BU DEVLET İÇİN MERMİ SIKTIK! HEM DE SİZİN İÇİN, HEM DE ASKER İÇİN!" yazdığı, aynı şekilde bir şahsın görüntüde yer alan yazının aynısını söyleyen sesinin duyulduğu, bu sesin daha sonra görüntülerden Vedat ERGİN'in olduğu,
01.06 saniyesinde Vedat ERGİN'in göründüğü, görüntüde "BAK BAK" diye birine seslendikten sonra "VELİ ABİ'Yİ ARAveLİ KÜÇÜK'Ü ARA. BİZİ SOR! BAŞKA BİR ŞEY SÖYLEMİYORUM. ALLAHA EMANET OLUN!.." diye söylediği, aynı şekilde konuşmanın metin olarak görüntüde yer aldığıvedat ERGİN'in görüntülerinin bulunduğu binanın aynısının CD'nin başında Nuri ERGİN'in konuştuğu bina ile aynı olduğu anlaşılmıştır.
5-NAYLON TERÖR GRUPLARI OLUŞTURULARAK TERÖR DÜNYASINA YÖN VERİLMESİ VE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN KONTROL ALTINDA BULUNDURULMASI,
273. ^ " > f/ l) r * ^ > ^~~7 J
ERGENEKON TERÖR ÖRGÜTÜNÜN PKK TERÖR ÖRGÜTÜ BAĞLANTISI
PANZEHİR
ETNİK/BÖLÜCÜ OPERASYONLARIN TASFİYESİ DOKÜMANI
Abdullah Öcalan faktörü başlığı içinde "Abdullah Öcalan henüz
emekli olmamıştır ve emekliliğede kendisini hazır hissetmemektedir". Yazdığı
görülmüştür.
"ERGENEKON" dokümanında "TERÖR" başlığı altında; 21 Yüzyılda en önemli sorunlardan birisinin terör olacağı, bu nedenle terör gruplarının kontrol altında tutulması gerektiği, gerektiğinde "NAYLON TERÖR GRUPLARI" oluşturularak terör dünyasına yön verilmesi ve güçlü istihbarat örgütlerinin kurguladığı oyunun içinde mutlaka yer alınması gerektiği belirtilmiştir.
Örgüt yöneticileri "ERGENEKON" dokümanında belirtilen örgütün bu yöntemini gerçekleştirebilmek için "PANZEHİR" dokümanının hazırlanmasını sağlamıştır.
"PANZEHİR" dokümanının içeriğinden ve soruşturma kapsamında elde edilen diğer delillerden "ERGENEKON" terör örgütünün birçok terör örgütünü yönlendirdiği ve kontrol altında tuttuğu yönünde ciddi deliller tespit edilmiştir.
Bu nedenle öncelikle "PANZEHİR" dokümanının kısa özetinden bahsedilecek, sonrasında da konu ile ilgili elde edilen deliller sıralanacaktır.
Söz konusu doküman Veli KÜÇÜK ve Ümit OĞUZTAN dan ele geçirilmiş olup 15 sayfadan oluşmaktadır. Söz konusu dokümanın yapılan incelemesinde özetle;
"1) AMAÇ VE KAPSAM" başlığı altında; Kürtlerin tarihsel süreç içersinde Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti'ne ihanet etmedikleri, Osmanlı'nın çöküşü ve parçalanışı döneminde, ayrı ve bağımsız bir devlet olma girişiminde bulunmadıkları, Kıbns Banş Harekatı sırasında ülkedeki tüm Askerlik Şubelerinin önünde gönüllü vatandaşlann uzun kuyruklar oluşturduğu, Güneydoğu Bölgesinde de aynı şeylerin yaşandığı belirtilmiştir.
Türk Ulusu karşısında yenilgiye uğrayan emperyalizmin Kürt vatandaşlan içersinde bölücülük fikrini aşılayarak devlete karşı ayaklanmalanm sağlamaya çalıştıklan, aynı güçlerin Türkiye'yi parçalamak için Ulusal Devleti ortadan kaldırmanın yolu olarak "FEDERATİF MODEL" önerisini sunduklan belirtilmiştir.
"2) EMPERYALİZMİN ETNİK / AYRILIKÇI TERÖR SAVAŞI" başlığı altında; Emperyalist güçlerce uzun yıllar sürdürülen sinsi ve inatçı çalışmalar sonucunda, PKK terör örgütünün oluşumunun sağlandığı ve böylelikle bir "Kürt Hareketi"nin sahneye konduğu,
Emperyalist güçlerin PKK terör örgütü taşeronluğunda, önce Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bölmeyi, daha sonra da yıkmayı planladığı, fakat Türk Silahlı Kuvvetlerinin gösterdiği direncin emperyalist güçleri hayal kınklığma uğrattığı belirtilmiştir.
"3) KUZEY IRAK VE KUKLA KÜRT DEVLETİ" başlığı altında;
Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa Birliği'ne bağlı ülkeler ve Rusya, Türkiye'de sahnelenen etnik/aynlıkçı programa destek verdikleri, bu destekler sonucu PKK terör örgütünün oluştuğu, geliştiği ve sonuçta "Siyasallaştmlmak istenen Kürt Hareketi" sorununun ortaya çıktığı,
Ortaya çıkan tabloda, Kuzey Irak bölgesinde bir Kürt devleti oluşturularak ABD ve AB'nin çıkarlanna hizmet edecek bir üs oluşturma çabası olduğu, böylelikle Avrasya bölgesi yeraltı kaynaklannm ele geçirilmesinin hedeflendiğfbelirtilmi-ştir.
"4) DEMOKRATİK CUMHURİYET PROGRAMI" başlığı altında;
Türkiye'yi parçala ve böl taktiği ile parçalamaya çalışan emperyalist güçlerin ilk hedeflerinin Türk Kültürü olduğu, süreç içinde demokratik sivil toplum örgütlerinin emperyalizmin ülke içersindeki istihbarat, provokasyon ve terör bürolarına dönüştüğü,
2000 yılında CHP'nin "Demokratik Cumhuriyet Programı" ile CHP-PKK ittifakının aynı şeyler olduğu, burada satır arasında ikinci Cumhuriyet programının amaçlandığı belirtilmiştir.
Bu nedenle Türkiye'nin yıllardır savaş verdiği cephelerde, yasal siyasi partilerin ya da hükümetlerin alacağı kararlarla savaşın kazanılmasının mümkün olmadığı,
Milli egemenlik ve ulusal çıkarların korunması her ne kadar halkın kendisine emanet edilmiş ise de; siyasi kadrolar, bürokratlar ve teknokratlara emanet edilmeyecek kadar önemli ve kutsal olduğu, bu kutsal emanetin korunması görevinin Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türk Gençliğine emanet edildiği belirtilmiştir.
"5) KÜRT AYRILIKÇILIĞI ÜZERİNDE İKTİDAR HESAPLARI" başlığı altında;
Sözde ulusal çıkarlar, ulusal barış ve Türk - Kürt kardeşliğinin yeniden tesis edilmesi, iç barış ve huzurun sağlanması adına hareket eden siyasi kadroların asıl amaçlarının oy avcılığı olduğu, bu amaç doğrultusunda üretilen politikaların çok sakıncalı olduğu,
Sonuç olarak; siyasi kadroların PKK terör örgütü ile diyalog içinde oldukları ve uzlaşma arayışlarına yöneldiklerinin gözlemlendiği belirtilmiştir.
"6) ABDULLAH ÖCALAN FAKTÖRÜ" başlığı altında;
PKK terör örgütü lideri Abdullah ÖCALAN'm bir savaş esiri olmadığı, dış istihbarat örgütlerinin güdümünde cinayet ve katliamlardan sorumlu, ihanet ve cinayet şebekesinin azmettiricisi olduğu,
Fakat ÖCALAN'm sanki bir savaş suçlusu gibi muameleye tabi tutulduğu, bu nedenle eylemleri ve söylemlerinin siyasal zemine oturtulmak istendiği, bu durumun son derece sakıncalı olduğu ve vahim sonuçlar doğuracağı,
Emperyalizme karşı mücadeleye yönelen ve kurtuluş savaşını başlatan Mustafa Kemal için idam karan verildiğinin bilindiği, bu idam kararının Türk halkının Mustafa Kemal'e olan bağlılığını artıran bir faktöre dönüştüğü, ancak Mustafa Kemal Paşa'nm sonuç olarak egemenliği ortadan kaldırılmaya çalışan bir ulusun ve parçalanma sürecine itilen Osmanlı İmparatorluğu'nun değerli bir generali olduğu, oysa Abdullah ÖCALAN için böyle bir özellikten bahsedilemeyeceği belirtilmiştir.
Yargı süreci devam ederken Abdullah ÖCALAN'm PKK ve HADEP'e yönelik talimatlarının medya aracılığı ile kamuoyuna sıkça yansıtılıyor olması, kamu viCDanmda yararlar açtığı ve dış dünya kamuoyunda da halen önemli bir gücün lideri konumunda olduğu imajı verdiği, bu nedenle ÖCALAN'm medya aracılığı ile mesaj iletmesine imkan verilmesi yerine, bu anlamdaki çalışmalarda ÖCALAN'm yazılı mesajlarının güvenilir kuryeler aracılığı ile iletiminin sağlanmasının çok daha akılcı bir yöntem olacağı belirtilmiştir.
Imralı yargı sürecinin beraberinde etnik ayrılıkçı terör olgusunun dünya siyaset platformunda siyasallaşması sürecini doğurduğu, fakat İmralı yargı süreci içinde tutuklu bulunan Abdullah ÖCALAN faktörünün iyi ve verimli bir biçimde değerlendirilemediği,
Abdullah ÖCALAN'm İmralı Cezaevindeki tutukluluk ve yargı sürecinden yararlanılarak, PKK başkanlık konseyi içinde yer alması sağlanacak kadrolar ile PKK'nm ABD ve AB üyelerinin kontrol ve hamiliğinden kurtarılarak doğrudan Türkiye Cumhuriyeti'ne bağlanmasının sağlanabilmesi gerektiği,
;:v- .'pd'Vt

Abdullah ÖCALAN'm tutukluluk sürecinden yararlanılması ve PKK başkanlık konseyi kadrolarının süratle tasfiye edilerek yerlerinin elde edilmesi gerektiği, bunu Abdullah ÖCALAN' m gerçekleştirebileceği belirtilmiştir.
Özetle "Abdullah Öcalan henüz emekli olmamıştır ve emekliliğede kendisini hazır hissetmemektedir". Yazdığı görülmüştür.
"7) CHP'NİN PKK'LAŞTIRILMASI" başlığı altında;
Türkiye'nin PKK'nm CHP'üleştirilmesi girişiminde bulunmadığı, fakat Pentagon merkezli AB destekli uzmanların CHP'yi PKK'lılaştırmayı akıl edebildikleri belirtilmiştir.
"8) OPERASYON" başlığı altında;
Abdullah ÖCALAN'm yargı süreci içinde gerçekleşebilecek olan bu operasyonun temel hareket noktasının, PKK yönetim kadrolarının başarısızlık nedeniyle tasfiye edilerek, yerlerine Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarmdan seçilecek olan genç, donanımlı ve uygun subayların atanmasından ibaret olduğu, böylece Pentagon merkezli AB destekli PKK terör örgütünü tümüyle dış güç odaklarının kontrol ve yönetiminden arındırılmış olacağı,
Kontrol altına alınmış PKK terör örgütünün yanı sıra aynı uygulamanın HADEP kadroları içinde gerçekleştirilebileceği,
Bu operasyon sonucu Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni parçalamaya yönelik Kürt hareketine son verilebileceği gibi Kuzey Irak bölgesinde kurulmaya çalışılan kukla Kürt devletinin de önüne geçileceği belirtilmiştir.
TBMM'ne Pentagon emrinde ve AB güç odaklarının desteğinde girecek olan PKK uzantısı HADEP'in Türk Silahlı Kuvvetleri eliyle girmesinde, milli egemenlik ve ulusal çıkarlar adına yarar olduğu belirtilmiştir.
2001 yılında yakalanan Tuncay GÜNEY yapılan mülakatta konu ile ilgili özetle;
Ferit İLSEVER ile görüşmesinde Veli Albayı anlattığını, Ferit İLSEVER'inde Veli KÜÇÜK'ü "Yüzbaşı MİT subayı" diye ilk keşfeden kişi olduğunu söylediğini, Doğu PERİNÇEK in yasaklı olduğu dönemde Sosyalist Parti nin Güneydoğu' da propaganda yaptığım, Ferit İLSEVER Sosyalist Parti başkanıyken Abdullah ÖCALAN ve Doğu PERİNÇEK'in ittifak yaptıklarını öğrendiğini,
Veli KÜÇÜK'ün karadenizde, Giresun'da görev yaptığı dönem içersinde, DEHAP'm Dursun KARATAŞ'la arasının iyi olduğunu, Abdullah ÖCALAN' lada arasının iyi olduğunu, bunun başında da Meral KIR' isimli bir bayanın olduğunu ve ceza evinde yattığını, bu bayanın kitaplarının da bulunduğunu, Veli KÜÇÜK'ün bu bayana haber göndererek "Meral, Dursun'a söyle, benim bölgemde PKK ile yapmış olduğu ittifakı bozsunlar" dediğini,
Daha sonradan Veli KÜÇÜK'ün kendisine; Meral KIR'm Dursun KARATAŞ'a mektup göndererek, "Dursun, Veli Paşa'nm olduğu bölgede ben eylem yapmam. Siz bu hatayı Bedri YAĞAN ile beraber yapmıştınız, ben örgütümün helak olmasını istemiyorum" dediğini anlattığını, Veli KÜÇÜK ile Meral KIR'm sık sık görüştüğünü,
Kendisinin bir dönem Suriye'ye gittiğini, Kilis Öncüpmar kapısından girerken polislerin kendisine ait çantayı aradıklarını ve Doğu PERİNÇEK ile Abdullah ÖCALAN' m birlikte çekilmiş fotoğraflarını bularak aldıklarını, bunlan Hanefi AVCFmn gazetelere verdiğini, Veli Paşanın, Hanefi AVCI'yı hiçbir zaman sevmediğini,
Doğu PERİNÇEK ile PKK terror örgütünün ittifakının halen devam ettiğini, Abdullah ÖCALAN'm Suriyeden çıkması sonrasında, onun avukatı olan Doğan ERBAŞ'm Doğu PERİNÇEK'e gelerek Türk Askerleriyle işbirliği yapmak istediğini ve Apo'nun teslim olacağını söylediği, Doğu PERINÇEK'in de bunu kendisine anlattığını, kendisinin bu konuyu Veli KÜÇÜK'e ilettiğini, Veli paşanın talimatı ile İşçi Partisi lideri Doğu PERINÇEK'in odasında Doğan ERBAŞ'la görüşme yaptıklarını, bu görüşmede Adnan AKFIRAT'ında bulunduğunu, Doğu PERİNÇEK'in kısa bir sure kaldığını, bu görüşmede Abdullah ÖCALAN'm hangi şartlarda teslim olacağının konuşulduğu, Avukatla üç kez görüşme yaptıklarını, hatta teslim olduktan sonra Abdullah ÖCALAN'm sorgusuna kimin gireceği, sorguda Doğu PERİNÇEK ve diğer birçok ilişki konusunda temkinli davranılması konularının konuşulduğu, Abdullah ÖCALAN'm General Veli KÜÇÜK'e iletilmek üzere "bir muhatap arıyorum" isimli kitabının verildiğini, kitabın en arkasına basılmış vaziyette Veli paşaya bir mektup olduğunu söylediklerini,
Abdullah ÖCALAN'm şartlan arasında;
-Avrupa dan barış heyetleri gelecek, bunların kabul edilmesi,
-Kuzey Irak tan bir kısım gerillanın bir kısmı itirafçı olarak gelecek, bunlara göz yumularak köylerine dönücekler,
-Murat KARAYILAN, Cemil BAYIK gibi üst düzey yöneticiler, yurt dışına gidecekler,
-Yurt dışında teröre silahlı propagandaya karışmamış öbür eğitim gönüllüleri Türkiye ye barış gönüllüleri adı altında teslim olacaklar,
-Kampların kısaltılacağı, İran da bir kampın kalacağı, Suriye deki kampı, FKÖ ye Filistin Kurtuluş Örgütü ne verileceği,
-PKK nm Kuzey Irak ta kalması, bu üyelerin, Türkiyenin üçüncü kol gücü olarak faaliyetine devam etmesi,
-Talabani ve Barzani ye kurulan seyyar karakollara, silahlı gerillarm yerleşmesi,
-Silahlı gerilla sayısını üç bin (3000) e düşürülmesinin teklif edildiğini, bu görüşmeleri Veli KÜÇÜK'e ilettiğini, onunda yukarıyla bu konuyu görüşeceğini söylediğini, ilerleyen dönemde Veli Paşanın, bu işi Doğu PERİNÇEK'in takip etmesini, Doğan ERBAŞ'm MİT ve Özel Kuvvetler tarafından takip edildiğini anlattığını, kendilerinin geri çekildiğini,
Bir dönem K.Irak'a gitmek üzere Ayşe ÖNAL, Bengüç...?, Doğan DUYAN (Aydinlik Dergisi Paris muhabiri) isimli şahıslarla Habura gittiklerini, altlarında Beş yirmi (5.20) İ BMV koyu yeşil cırtlak bir araba olduğunu, haburda Gümrük Baş Muhafızı Müdürü
Cemal..... ? in adamlarının kendilerini karşıladığını, daha öne gümrükte Veli KÜÇÜK'ün
adamı ve Jitemde çalışan Ali Balkan METE olduğunu, ayrıca Veli paşanın Cemal ................... ?'i de
tanıdığını, arkalannda konteynırlı iki arabanın daha olduğunu, bunlann içinde silah olduğunu Habur Hac konaklama tesislerinde Yaşar....? isimli şahıstan öğrendiğini, JİTEM den gelen elemanlannda yanlannda olduğunu, araçlara arap plakası takıldığını, Gümrük Müdürü Cemal'in pasaport işlemlerini hallettiğini,
K.Irak'a geçtikten sonra Zahoya, daha sonro Dohok'a gittiklerini, bir hafta kadar kaldıklannı ve Erbile geçtiklerini, orada altlannda bulunan BMW'nin alındığını, başka bir araç verildiğini, Kürdistan Başkanı Kosret RESUL ile görüştüklerini, orda kaldığı dönemlerde, Jitem subaylanyla silahlardan onikibin (12000) adetini Barzaniye, (12000) adetinin Talabaniye verildiğini, ancak Kosret RESUL'un kendilerine altı bin (6.000) adet silah verildiğini söyleyerek "Tamer hep bize böyle şçyie»-ya,pıyor" dediğini, geriye kalan altı bin (6.000) silahın ise Talabaninin adanılan ve Binbaşı Tamer ve diğer subaylann, Kale Dizar
denilen Komisin Parti binasında PKK'lı Cemil BAYIK'a teslim ettiklerini, Cemil BAYIK'm bu silahların, Doğu PERİNÇEK in organizesinde, yani üst kadro içindeki "cunta" hareketinden geldiğini bildiğini,
K.Irakta muhatap olduğu şahısların kendisini, "Doğu PERİNÇEK'in referansıyla Ankara'dan Aydınlık Dergisinden geliyor" şeklinde tanıdıklarını, zaten yanında Aydınlık dergisi Paris muhabiri Doğan DYANIN da bulunduğunu,
Doğu PERİNÇEK'in bir dönem PKK ile ittifakı bozduğunu söylediğini, ancak bu ittifakın devam ettiğini, Türk gladyosunun içinde Doğu PERİNÇEK Ömer SÜRÇİ gibi, Irak Küdistan Kominist partisi ve PKK gibi örgütlerin ilişkilerinin devam ettiğini,
Daha sonraki dönemlerde, Kırıkkale Silah Fabrikasında büyük bir patlama olduğunu, Veli KÜÇÜK'ün bu patlamayla ilgili kendisine haber yapmasını söylediğini, Veli paşanın, Çevik BİR paşayı CIA nm adamı olarak gördüğünü, bu yüzden talimatlan ile bu patlama olayını Çevik BİR gurubunun üzerine yıktıklarını, bu yönde haber yaptıklarını, haberlerin kendi istekleri doğrultusunda Aydınlık ve Hürriyet gazetesinde çıktığını, neden bu şekilde haber yapıldığını bilmediğini ancak Veli Paşanın Karadeniz den Elçibey'e giden silahların ortaya çıkmasından korktuğunu, Kuzey Irak'a giden silahlardan korkmadığını, çünkü orasının çok karışık olduğunu, fabrikaya yapılan sabotajı kimin yaptırdığını bilmediğini beyan etmiştir.
Tuncay GÜNEY'in bu iddiaları ile ilgili araştırması yapılabilecek konularda araştırmalar yapılmış ve elde edilen sonuçlar Tuncay GÜNEY'in doğruluğunu göstermiştir. Diğer taraftan Tuncay GÜNEY'in bu iddiaları usulünce Veli KÜÇÜK'e sorulduğunda yine Tuncay GÜNEY'in anlatımlarını doğrular nitelikte beyanlarda bulunmuştur. Şimdide sırası ile bu hususlar anlatılacaktır.
Tuncay GÜNEY bir dönem Ayşe ÖNAL, Bengüç...?, Doğan DUYAN (Aydinlik Dergisi Paris muhabiri) isimli şahıslarla Kuzey Iraka gitmek için Habura gittiklerini, burada
Gümrük Muhafaza Baş Müdürü Cemal............. ? in adamlarının kendilerini karşıladığım, daha
önce buradaki gümrük Müdürünün Veli KÜÇÜK'ün adamı Ali Balkan METE olduğunu, fakat Veli KÜÇÜK'ün Cemal'i de tanıdığını, sının gece saatinde geçtiklerini, fakat Cemal'in gündüzden Pasaport işlemlerini Polislere yaptırdığını beyan etmiştir.
Habur Sınır kapısındaki Gümrük müdürü Cemal... Veli KÜÇÜK'e ifadesinde sorulduğunda;
Gümrük Muhafaza müdürü Cemal KARAHAN'ı tanıdığını, bu şahsı 1983 yılında Edirne Gümrük Muhafaza müdrü iken tanıdığını,
Aynı yerde görev yaptığı iddia edilen Ali Balkan METE sorulduğunda, bu şahsı da tanıdığını, gümrük görevlisi olduğunu, bir dönem Habur sınır kapısında da çalıştığını, bildiği kadanyla şuanda da Ankara Gümrük Muhafaza Müdürü olduğunu beyan etmiştir.
Tuncay GÜNEY, Veli KÜÇÜKLE birlikte olduğu dönemde, Doğu PERİNÇEK'İN referansıyla aydınlık dergisinden bazı muhabirlerle K.Irak'a gittiklerini, Haburda JİTEM den subaylannda yanlanna geldiğini, arkalannda silah yüklü araçlann olduğu öğrendiğini, gümrük geçişlerini müdür Cemal... in yaptığını, JİTEM subaylan ve gazeteci arkadaşlanyla birlikte K.Irak'a geçtiklerini iddiası sorulduğunda Veli KÜÇÜK, Tuncay GÜNEY'in Kuzey Irak'a bir defa gittiğini bildiğini, K.Irak'a gittiği zaman kendisini telefonla aradığını, kendisini Mesut BARZANİ ile görüştürmek istediğini, ancak kendisinin böyle bir görüşme yapmak istemediğini, Tuncay GÜNEY'e kendisini 15-20 dakika sonra aramasını söylediğini, bu arada Milli İstihbarat Teşkilatında görevli Mehmet EYMÜR'ü aradığını ve bu konuyu istihbari bilgi açısından kaydetmelerini ve takip etmelerini söylealiğini^feir süre sonra Tuncay GÜNEY'in tekrar aradığını ve bir şahısla görüştürdüğünü, aneak görüştüğü kişinin BARZANİ olduğunu
^
tahmin etmediğini, Tuncay GÜNEY'in o bölgede kendisini havalı göstermek için böyle bir faaliyete girdiğini tahmin ettiğini, Tuncay GÜNEY'in konu ile ilgili diğer iddialarının yalan olduğunu beyan etmiştir.
Fakat Tuncay GÜNEY'in ikametinde yapılan aramalarda Tuncay GÜNEY'in Barzani ile yan yana çekilmiş fotoğrafları ele geçirilmiştir.
Dolayısıyla Veli KÜÇÜK Tuncay GÜNEY'in iddialarını tamamen yalanlamamakla birlikte iddialar içersindeki satır aralarını tamamen doğrular nitelikte beyanlarda bulunmuştur.
Tuncay GÜNEY'in bahsettiği silahlan inkar ederken, giriş-çıkış kayıtlarından Kuzey Iraka gittiğinin tespit edilebileceğini düşünerek Tuncay'ın Kuzey Iraka gittiğini ve kendisini telefonla aradığını ve hatta Barzani ile görüştürdüğünü fakat görüştüğü kişinin BARZANİ olamayacağını beyan etmiştir.
Tuncay GÜNEY'in, PKK terör örgütü lideri Abdullah OCALAN'm Suriyeden çıkması sonrasında, Veli KÜÇÜK'ün talimatı ile, Abdullah ÖNCALAN'm avukatı Doğan ERBAŞ ile Doğu PERINÇEK'in odasında görüştükleri iddiası Doğu PERİNÇEK'e sorulduğunda;
"Bu görüşmeyi Adnan AKFIRAT bilir. Benim odamda kesinlikle bir görüşme yapılmamıştır. Benim ismimin karıştırılması dahi Tuncay GÜNEY'e ifadelerin yazdmldığım gösterir. O zaman hatırladığıma göre, Abdullah OCALAN'm İmralı'da Atatürk devrimini savunan açıklamalar yaptığını, bazı yayın organlarında okumuştum, hatta PKK yayınlarında da Aponun Türkiye'nin birliği içinde Atatürkçü bir çözüm savunduğu yer almıştı. Adnan AKFIRAT Aydınlık Haber Müdürü olarak bunu yanlış haber yapmamak için Apo ile görüşen avukatı Doğan ERBAŞ'tan sormuştu. Ayrıntıyı AKFIRAT bilir. Kaldıki Doğan ERBAŞ bir avukattır. Onunla görüşmek suç değildir" şeklinde cevaplamıştır.
"Veli KÜÇÜK, Doğu PERİNÇEK ve Bölücübaşı Abdullah OCALAN'm avukatı Doğan ERBAŞ'm aralannda yapmış olduklan toplantı da Abdullah OCALAN'm şartlan arasında sayılan; Avrupa dan banş heyetleri gelmesi ve bunlann kabul edilmesi, Kuzey Irak tan bir kısım gerillanın itirafçı olarak geleceğini ve bunlara göz yumularak köylerine dönmelerini, Yurt dışında teröre silahlı propagandaya kanşmamış öbür gönüllülerin Türkiye'ye banş gönüllüleri adı altında teslim olacaklan şeklinde beyanda bulunması üzerine;
Bölücübaşı Abdullah OCALAN'm avukatı İrfan DÜNDAR'm 26.10.1999 tarihinde vermiş olduğu dilekçesinde Abdullah OCALAN'm çağnsı üzerine Avrupadan (8) kişilik bir grubun 29.10.1999 tarihinde teslim olacağını belirtmesi üzerine, 29.10.1999 tarihinde kendilerini sözde banş heyeti olarak kabul eden Haydar ERGÜL, Dilek KURT, Aysel DOĞUN, Yusuf KIYAK, Ali Şükran AKTAŞ, Aygül BİDAV , Hacı ÇELİK ve İmam CANPOLAT isimli şahıslar İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim olmuşlardır. Şahıslar ifadelerinde özetle PKK/KONGRA-GEL terör örgütü mensubu olduklanm ve bundan dolayı pişman olmadıklannı, Abdullah OCALAN'm çağnsı gereği banş heyeti olara teslim olduklanm beyan etmişlerdir. Abdullah OCALAN'm avukatı Doğan ERBAŞ, Veli KÜÇÜK ve Doğu PERİNÇEK'in kendi aralannda alman kararlann hepsinin birebir uygulandığı anlaşılmaktadır.,
Terör örgütünün 1 Eylül 1998 tarihinde tek taraflı olarak ateşkes ilan ettiği, örgütün kırsal alanından ve yurtdışından iki grubun iyi niyet göstergesi olarak Türkiye'ye geldiği, Abdullah OCALAN'm sözde banş için gereken koşullan kamuoyuna açıkladığı, örgütün üst düzey yöneticileri olan Murat KARAYILAN ve Cemil BAYIK gibi üst düzey yöneticilerin yurt dışına çıktıklan tespit edilmiştir.
Abdullah ÖCALAN yakalandıktan sonra gerçekleştirilen ilk kongre olan örgütünün sözde 7. kongresinde alman kararlara bakıldığında; Kapsamlı bir banş projesinin hazırlanması, Abdullah ÖCALAN'a siyasal çalışma özjgyüjm ve sözde Kürdistan'a banş şianyla genel bir kampanya başlatılması ve kongrede banş\projesinin hazırlanmasının
istenmesi Abdullah ÖCALAN'm Veli KÜÇÜK'ten istedikleri arasında bulunan maddelerden olduğu ve Abdullah ÖCALAN'm talimatlarının birebir örgüt tarafından yerine getirildiği görülmektedir.
15 Şubat 1999 tarihinde Kenya 'da yakalanarak Türkiye getirilen Abdullah ÖCALAN İmralı Cezaevine konmasına rağmen, 15 Şubat 1999 tarihinden bugüne kadar avukatları aracılığıyla örgütü yönetmeye devam ettiği yukarıda bulunan avukat görüşme notlarından anlaşılmaktadır.
Abdullah ÖCALAN yakalandığı zaman "benim annemde Türk'tür, eğer bir imkân verilirse seve seve hizmet ederim" demesine rağmen örgütü istediği gibi yönlendirmesi ve örgütün her kademesine vermiş olduğu talimatların birebir yerine getirildiği tespit edilmiştir.
ELE GEÇİRİLEN BELGELER
Tuncay GÜNEY'in ikaminde yapılan aramada, 03.04.1998 tarihli, "İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın D. Perinçek'e" şeklinde başlayan ve "parti önderliği adına, garzan eyaleti karargah komutanlığı" şeklinde biten, terör örgütünün mührü bulunan el yazısı ile yazılmış bir mektup bulunaraka ele geçirilmiştir.
Söz konusu mektubun içeriğinde ise;"öncelikle parti önderliğimizin size karşı duyduğu güvenin içtenliğini belirterek önderliğimizin devrimci selamlarını iletmek isteriz. Gerçekten de zorlu dava inanç ve mücadelemiz içerisinde sizin göstermiş olduğunuz özveri ve gerek silahlı, gerek siyasi, gerekse de ekonomik yönden partimize yapmış olduğunuz katkıları kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Yıllardır sömürülen ve faşist T.C ordusunun katliamlarına maruz bırakılan kurt halkının sizin gibi insan haklarına saygılı cesur ve bağımsızlık mücadelesini yürüten partimize çekinmeden destek çıkan yiğit fertlere ihtiyacı vardır. Zaten sergilemiş olduğunuz pratiksel icraatlannız parti önderliğimiz ve Garzan eyaleti karargah komutanlığımız tarafından da büyük bir memnuniyetle takdir edilmiştir. Bundan sonraki dönemlerde de partimiz sizinle sırt sırta çalışmaktan şeref duyacaktır. Partimiz adına çalışmalarınızda başarılar diler saygılarımızı sunarız.. Devrimci selamlar" yazdığı tespit edilmiştir.
Zaten Tuncay GÜNEY de Kuzey Irak'a silah sevkiyatını anlatırken oradaki şahısların kendisini Doğu PERİNÇEK'in referansı ile Ankara dan geldiğini bildiğini beyan etmiştir.
Öte yandan soruşturma sırasında İstanbul C. Başsavcılığına gelen ihbar mektubundaki PKK terör örgütü resimleri incelendiğinde de, Doğu PERİNÇE'in bir gazetecilikten öte PKK terör örgütünü denetliyor ve teftiş ediyor edaları içersinde bulunduğu görülmüştür.
Şüpheliler Veli KÜÇÜK ve Ümit OĞUZTAN'dan ele geçirilen FABRİKATÖR isimli dokümanda Doğu PERİNÇEK'ten bahsedildiği, Doğu PERİNÇEK ve grubunun Mao-zedung yolunu benimsedikleri, çok iyi istihbarat toplama yapılarının olduğu, arşivlerinde kişilerle ilgili ciddi manada bilgi ve belgelerin olduğu, bu bilgi ve belgeleri genellikle skandal içerikli provokasyon amaçlı kullandıkları,
Ayrıca içeriğinde Kurmay Yüzbaşı Ceyhan KARAGÖZ tarafından 12.12.1994 tarihinde hazırlanan "GİZLİ" ibareli, PKK terör örgütü hakkında ders notu olduğu, bu ders notu içeriğinde PKK terör örgütünün 27 Kasım 1978 tarihinde Diyarbakır Lice ilçesi Ziyaret Köyünde aralarında Abdullah ÖCALAN, Doğu PERİNÇEK, Ahmet TÜRK, Mehdi ZANA ve Cemil BAYIK gibi kişilerinde bulunduğu, 25 kişi tarafından kurulduğu, devamında örgütün gerek siyasi gerek silahlı girişimi ile PKK'nm Ermeni ve Asala işbirliğinden bahsedildiği, devamında Doğu PERİNÇEK'in bu ders notuyla ilgili Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunduğu,
Dokümanın ilerleyen bölümlerinde PKK'nm genel sekreterinin Abdullah ÖCALAN olduğu, Doğu PERİNÇEK'in Beka vadisindeki PKK^ tapında Abdullah ÖCALAN ile görüştüğü, ayrıca Abdullah ÖCALAN'm Türkiye'ye getirilmesi ve İmralı Cezaevine
y~\
28(
fi^
•:'2? •••• ^nJfz^-.
kapatılmasıyla başlayan süreç içersinde OCALAN'm avukatlanyla Doğu PERINÇEK arasında başlayan teori ve düşünce alışverişinin dikkat çekici olduğu belirtilmiştir.
Abdullah OCALAN'm Türkiye'ye getirilmesi ve İmralı Cezaevine kapatılmasıyla başlayan süreçte OCALAN'm avukatlanyla Doğu PERINÇEK arasında teori ve düşünce alışverişinin yapıldığı hususu hem FABRİKATÖR isimli dokümanda hem de 2001 yılında yakalanan Tuncay GÜNEY'in anlatımlannda geçmektedir.
ERGENEKON terör örgütüne yönelik yapılan operasyonel çalışmada yakalanan Mehmet Adnan AKFIRAT isimli şahsın ikametinde yapılan aramada; "İşçi Partisi Genel Başkanı Sayın Doğu PERİNÇEK'e başlıklı PKK/KONGRA-GEL terör örgütünün sözde GARZAN Eyaleti Karargâh Komutanlığı tarafından gönderildiği belirlenen el yazması dokümanda; DOĞU PERİNÇEK isimli şahsın PKK/KONGRA-GEL örgütünün bir neferi olduğu ve liderin (Abdullah ÖCALAN) ona duyduğu güvenin tam olduğu, Türkçülük hareketinin yok olması çalışmalannda kendisinin örgütten daha fazla çaba sarf ettiği'" şeklinde doküman ele geçirilmiştir.
İşçi Partisinin Ankara Genel Merkezinde ele geçirilen disket içersindeki word sayfalanndan birisinde 26 Mayıs 2000 günü Doğu PERİNÇEK tarafından Abdullah ÖCALAN'a hitaben yazılan (8) sayfadan oluşan bir mektup ele geçirilmiştir.
Bu mektubun yapılan incelemesinde; Doğu PERİNÇEK'in Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Avrupa Birliğine girme süreciyle ilgili görüşlerini, Kürt sorunun çözüm önerilerini ile PKK ve H ADEP hakkında yapılması gereken hususlan anlattığı görülmüştür.
Mektup içersindeki duygu ve ifadelerin net olarak anlaşılabilmesi için mektubun özeti yapılmayıp, mektup içersinde belirli paragraflar aynen belirtilecektir. Söz konusu mektupta;
"Sayın Abdullah ÖCALAN, Avukatlannız selamlannızı getirdi ve önümüzdeki süreçle ilgili görüşlerimi sordular. Onlara anlattıklanmı Türkiye'nin bağımsızlık ve birliği için duyduğum sorumluluk gereği ayrıca size yazmayı yararlı gördüm."
"Türkiye'de demokrasi Kemalist Devrimi tamamlayacak kuvvetlerin eseri olacaktır. Batının büyük devletleri ise bugün demokrasi sürecinin karşısındaki en büyük engeldir. Özellikle ABD ve ikincil olarak Avrupa Birliği Türkiye demokratik devriminin önünü kesen başlıca kuvvetlerdir."
"Türk - Kürt birliğinin örgütsel biçiminin birlikte örgütlenmektir. Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Türk ve Kürdü Anadolu'da bir devlet kurmak için Müdafa-i Hukuk Cemiyetlerinde birlikte örgütlemesi bugün de örnek alınacak çözümdür. ... Batının PKK'yı yasallaştırmakta diretmesinin sebebi Türkiye'yi bölme tehdidini elde bulundurmak içindir."
"Birlikte örgütlenme aynı zamanda Kürt sorununa kardeşlik çözümünü de hızlandıracaktır. Birlikte örgütlenmenin sağladığı güven ortamında Kürt kitlelerinin demokratik talepleri konusundaki kuşkulann dağılması da kolaylaşacaktır. Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimize göre Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü genel çizgileriyle kabul edilmiş ve Milli Güvenlik Kurulu'ndan geçmiştir."
"PKK ve HADEP dağıtılmalıdır. Ayn örgütlenme temelinde kurulan bu örgüler korunduğu sürece bölücülük seçeneği saklı tutulacak ve uygun koşullarda gündeme sokulacaktır. Batı devletleri bu seçeneği elde bulundurmaktan vazgeçmiyorlar."
"Dağıtılan PKK'nm silahlı ve silahsız güçlerini Türkiye'nin birliğine ve kardeşliğinekazanmak için uygun çözümler üretilmelidir. PKK yönetimi istese bile yönettiği güçlerintamamının Türkiye makamlanna teslim olmayacağı ve bu güçler üzerindeki kontrolünTürkiye düşmanı devletlere ve birlik sürecine zarar veren başıbozuk oluşumlara geçebileceğidikkate alınmalıdır. Bu nedenle teslim olan ve dağdaguinenler için makul ve gerçekleşebilirbir çözümün geliştirilebilmesi planlanmalıdır. Size,«Kfyurmak istediğim görüşler bunlardır. İyidileklerimi ve selamlanmı yollanm." / •
"Doğu PERİNÇEK - İşçi Partisi Genel Başkanı" yazdığı görülmüştür. Mektubun bittiği yerde ismin alt kısmında ayrıca "Not: Bu mektubun bir örneği Genel Kurmay Başkanlığının bilgisi sunulmuştur." yazdığı görülmüştür.
Şüphelilerden Hikmet ÇİÇEK'in flash diskinde ve İşçi Partisi Basın Bürosundan elde edilen bilgisiyar hard diski içersinde "Prov mekt Oğuz" isimli word sayfası içersinde (2) ayrı şahsın konuşma çözümü olduğu görülmüştür.
Söz konusu Word sayfasının yapılan incelemesinde; Yazı metninin başında "Provakasyon Mektubu" yazdığı, devamında "Avukat" ve "Oğuz" olarak belirtilen iki kişinin konuşma çözümü olduğu, metin içeriğinden "Avukaf'm Abdullah ÖCALAN'm avukatı olduğu, "Oğuz"un Özel Kuvvetler'de görevli birisi olduğu anlaşılmaktadır.
Metnin içersindeki ifadelerin net olarak anlaşılabilmesi için özeti yapılmayıp, belirli paragraflar aynen belirtilecektir. Söz konusu konuşma metninde;
"Dosyanın 1. sayfasında
Oğuz: Böyle bir girişimin neden bir yıl sonra başlatıldığını sorabilirsiniz. Daha önce görüşmeler oldu. Protokollar da imzalandı. 1995-96'da Şam'da, Ocalan'm bilgisinde bir protokol imzalandı. Ben bu girişimde kendim bulundum. Daha sonra 1997'de Brüksel'de görüşme oldu. Çevik Bir'e bağlı, Osman albayla görüştü. Ancak bu girişimlerin başarılı olması mümkün değildi. Çünkü Öcalan Şam'da iken kendini "Kartal" olarak görüyordu. Ocalan'm Şam'da olduğu sırada masaya oturulduğu anda, biz beş sıfır mağlup olarak başlıyorduk. Ancak şimdi durum değişti. Öcalan yakalandı, silahlı mücadeleye son vermeyi kabul etti. Şimdi biz beşiz, siz sıfırsınız. Yani Genelkurmay 5, PKK: 0. Bunu kabul ederek görüşmeye başlayabiliriz.
Avukat: Bu girişimi çok olumlu buluyoruz. Baştan belirteyim. Ben PKK'yi değil Öcalan'ı temsil ediyorum. Öcalan avukatlarına kendi adına her türlü girişimde bulunma yetkisi verdi. Hatta bizi yeni açılımlar yapmadığımız için eleştiriyor. Öcalan, PKK'dir. Önce Öcalan benimser, PKK ona uyar. Açılımları, Öcalan yapar. Kürt halkı da onu kabul eder. Bugün söylediğinin yarın 180 derece tersini söylese, yine PKK onun arkasından gider. Ocalan'm kabul etmesi sorunu çözer. Biz, Ocalan'm adına ilişkiye geçiyoruz.
Oğuz: Biz, Öcalan'a operasyonu yapan gücüz. Yani Özel Kuvvetler Komutanlığı. Genelkurmay adına bu girişimleri yürütmede görevli olan tek kurum. Bu girişimi, soruna bir çözüm bulunması için başlatıyoruz. Size temel politikaları okuyacağım
Bizim kayıtlarımızda PKK'li olduğunuz görünüyor, beyin önerisiyle böyle bir girişim başlatmak sizi önerdiğinde biz GBT kayıtlarından sizi inceledik. Orada öyle yazıyoruz. Ocalan'm avukatlarının çoğunun çift hatta üç taraflı çalıştığını biliyoruz. MİT bağlantılıların Ahmet Zeki Okçuoğlu'ndan ibaret olmadığını biliyoruz. Siz de bilin.
Oğuz: Bana verilen bilgi, Ocalan'm, dışarıdaki arkadaşlarının böyle bir girişime hazır olduğunu söylediği şeklinde. İmralı'da bir tuğgeneral arkadaşımız var. Öcalan ile sorgu şeklinde olmayan görüşmeler yapıyor. Ve Genel Komutanlık'a rapor veriyor. Ne rapor verildiğini ben konum olarak bilmiyor olabilirim. Bunu isterseniz sorayım. (Sorduktan sonra) Öcalan, dışarıdaki arkadaşlarının bir girişim başlatmak için hazır olduğunu belirtmiş.
Dosyanın 2. sayfasında
Oğuz: Evet biz rica ettik, mektubu yazdı. Mektup şimdi Genelkurmay Karargâhı'nda. Öcalan'a verildikten sonra bey tarafından elden götürülüp Genelkurmay Başkanı Kıvnkoğlu'na bizzat verilecek. Genelkurmay Başkanı ile Ocalan'm yakalanmasından sonra görüştüler.
Oğuz: MİT'le temasa geçmişsiniz. Ciddi bir sonuç almanız mümkün değil. Özgürel'i ciddiye almanız, devleti tanımadığınızı gösteriyor.
Avukat: Biz sorunun esas çözüm yerinin Genelkurmay olduğunu biliyoruz. Ocalan da bize, sorgusu sırasında çok birikimli, donanımlı subaylarla tanıştığını söyledi. Yurtseverliklerine, bilgi birikimlerine hayran kaldığını ve bunu ifade ettiğini söyledi. Böyle bir güce karşı savaştığı için pişman olduğunu da belirtmiş. Hatta, eğer asılacaksam 'Beni siz asm, sizin elinizle asılmak benim için şereftir' demiş.
Öcalan, Kuzey Irak'tan gelen Barış Grubu'nun geçişi için bizim Genelkurmay ile doğrudan temasa geçmemezi istedi. Hiç öyle ilişki filan aramayın dedi. Gelmelerine Barzani izin vermiyordu. Genelkurmay'm Türkiye'ye girmelerine izin vermesini istiyorduk. Sonunda bir helikopter yollandı. Alındılar. Bir tuğgeneral gelen heyetle bir saate yakın bir sohbet yaptı. Öcalan, tuğgeneralin söylediklerine aynen katıldığını söyledi. Kardeşin kardeşe kırdınlmasını istemediklerini söylemiş. Öcalan bu görüşe çok değer veriyor. Silahlı sürecin bitirilmesi için Genelkurmay'la açıktan ilişkiye geçilmesini istiyor.
Oğuz: Açıktan ilişki olmaz. Bu ilişkiyi kabul etmeye kamuoyu henüz hazır değil. Bu girişimi yayarsanız. Bir sonuç alınmadığı gibi, banşıçı yollan da tıkamış olursunuz. Siz her şeyi propoganda için kullanıyorsunuz. Banş Grubu'nu da öyle yaptınız. Yok bin kişi gelecek filan dendi.
Dosyanın 3. sayfasında
Semdin Sakık'la da ilişkimiz vardı. Çok iyiydi. Yeşil kanalıyla silah alış verişi yapanlar da vardı. Öcalan sıkıştırdığı için Kuzey Irak'a geçip Barzani'ye teslim oldu.
Öcalan yakalanmasaydı, TSK içinde büyük sorun çıkacaktı. Çünkü komutanlardan bir grup, PKK'ye silah sattı, uyuşturucu trafiğini birlikte yürüttü. Siz belki bilmiyorsunuz ama, Barzani ve Talabani'ye verilen 3 bin kaleşnikofun Osman Öcalan'a verileceğini biliyorduk.
Aynca başka bir parti silahın teslimatı için bir ekip Şam'a ve Bekaa'ya gitti. Silopi Tugay Komutanlığı, bu işbirliğini belgeledi. Gece görüş dürbününe vanncaya kadar askeri malzeme satışı yapanlar ortaya çıkanldı.
Abdullah Öcalan bunlan iyi bilir. Size bunlan söylemiyor. Nasıl yakalandığını da anlatmıyor. Öcalan gözlerini açtığında uçakta ona "Memlekete hoş geldin" diyen de pilot Necati idi. Başından beri girdiği ilişkileri biliyoruz. Örgütü kursun diye Öcalan'a 10 milyon lira verildi. Biz bunlan bilerek konuşuyoruz. Ancak Öcalan biz ona siyasilerden elçi gönderdik onlan tartakladı. Cemil Bayık'la birlikte Melik Fırat'ı küfürle, tartaklayarak geri yolladı.
Akm Birdal'm vurulmasının nedeni, insan haklannı, Kürtleri savunması değildir. O, bir kısım askerle MİT'in yürüttüğü silah ve uyuşturucu işinde yer aldı. İş yaptığı ekibe kelek atmaya kalktığı için vuruldu. Cezalandınlması gerekiyordu, yaptığı işin mantığı açısından. Bizim kullandığımız, eski ülkücü çocuklar vurdular. Şimdi cezalarını indirmeye çalışıyoruz. İki taraflı çalışanlar cezalandmlacaklannı baştan kabul etmek zorundadır. Şimdi size bu metni okuyorum, itirazlannız varsa. Söyleyin. Konuşalım. Sonra bu metni size vereceğim. Siz de bir karşı metin hazırlayın. İkinci görüşmemizde bir binbaşı olacak. Orada protokolü hazırlayacağız. Siz bu protokola imza koymaya yetkili misiniz?
Akm Birdal'm vurulmasının nedeni, insan haklannı, Kürtleri savunması değildir. O, bir kısım askerle MİT'in yürüttüğü silah ve uyuşturucu işinde yer aldı.
Avukat: Bizde bu görüşmelerin tek kişi tarafından yapılmasına iyi bakılmaz, kabul edilmez. İki kişi olalım. Ben şimdi bir şey söylemeyeyim. Gelecek olan arkadaş Öcalan'm avukatlanndan Mahmut Sakar'dır. HADEP'in de GeneI"Sekreteri'dir aynı zamanda.
^P-~/>«
Oğuz: Biz bu ismi araştıralım. Başka bir yerle bağlantısı olup olmadığını araştıralım. Uygun bulunursa gelsin deriz. Büyük ihtimalle kabul edilir. Çünkü siz referans oluyorsunuz. Haberleşmeyi arkadaşlar üzerinden yapacağız. Biz uygun olup olmadığım bildiririz. Onlar da size iletirler.
Dosyanın 4. sayfasında
Avukat: Genelkurmay Başkanı pişmanlık yasasının kapsamının genişletilmesini istedi. Öcalan bu gelişmeyi çok olumlu bulduğunu açıkladı. Dağdan inen insanların cezaevlerine doldurulmasını istemiyoruz. Pişmanlık yasasının örgüt liderlerini de kapsayacak hale getirilmesini istiyoruz. Cezaevlerinde 10 bine ulaştı sayı. Bunlann çıkmasını sağlayacak bir düzenleme yapılmalı.
Oğuz: İçerideki 10 bin kişiyi çıkarırsanız beş bini PKK için çalışmaya devam edecek. Böyle bir şeye izin verilmez. Bir sürü şehit vererek yakalayıp getirdiklerinizi nasıl serbest bırakırsınız. Yine başlayacaklar silahlı saldırıya.
Avukat: 10 bini de mücadeleye devam eder. Ancak silahlı mücadele olmaz. Silahlı mücadele dönemi tamamen kapandı. En az yüz yıl daha silahlı mücadele olmaz. Bu işi en iyi yapan kişi, Öcalan, silahlı mücadele olmaz diyor. Kimse silahlı mücadeleye girmez.
Dosyanın 5. sayfasında
Avukat: Dağdakilerin indirilmesi konusunda ne yapılacak. Öcalan'm Kuzey Irak'taki gerillalar için değişik bir önerisi var. Bunu sorgusunda söylediğinde komutanlar hayretle karşılayıp çok ilgi göstermişler. Her duyanı şaşırtıyor. Öcalan, Kuzey Irak'taki PKK'nin silahlı gücünün orada kalıp TC'nin hizmetine girmesini savunuyor. Bu durum zaten şu anda Genelkurmay'm işine geliyor. Barzani biliyorsunuz, PKK'nin güçleri ile savaş halinde. Genelkurmay bunu kendi lehine değerlendiriyor.
Avukat: Öcalan, Kuzey Irak'taki gücün, ABD'nin Barzani'ye yönelik hesaplarını boşa çıkarmada kullanılmasını öneriyor. Bu gücün feodallerin etkisizleştirilmesi için kullanılabileceğini söylüyor. Demokratik bir Irak yönetimi oluşturulmasında bu gücün rol almasını istiyor.
Oğuz: Ne kadar bir gücün Kuzey Irak'ta silahlı kalmasını istiyorsunuz. Bunu bir rapor halinde bize verin. Bu öneriye sıcak bakabiliriz.
Oğuz: Asimilasyondan kasttetiğim eskisi gibi silahla ezilmesi filan değil. Bunu biz de istemiyoruz. PKK ile mücadele için büyük paralar harcandı. Bunun için Yahudi bankalanndan büyük krediler alındı. Bu kredilerin karşılığı olarak GAP bölgesinde araziler ipotek edildi. Asimilasyon ve dejenerasyon için örneğim MHP. Türkeş öldükten sonra bu parti devrini kaptamıştı. Ama bir sürü militanı vardı. Çek-senet tahsilatı yapıyor, Şeriatçılann militanlığını yürütüyordu. Genelkurmay Devlet Bahçeli'yi getirdi. Simi MHP askerin dediğinin dışına çıkamıyor, tabanı da asimile oluyor. Artık Turancılık yapamaz. Türkçü parti değil artık MHP. Öcalan'm idamını onlar durdurdu. Biz Türkçülüğe de Kürtçülüğe de karşıyız. Bizim bazı arkadaşlanmız hâlâ şoven çizgide. Kürt denilmesini bile istemiyor. Öcalan da Imralı'da böylelerine tanık olmuş olabilir. Oradakilerin çoğu öyle. Ama bizim politikamız farklı. Şimdi sizin Diyarbakır Belediye Başkanı oradaki tabur komutanıyla kavgalı. Çocuk gibi birbirleriyle uğraşıyorlar. Protokol olursa, biz bir binbaşıyı görevlendiririz. Belediye Başkanı'nm yanında olur. Gider bu sorunlan çözer. O tabur komutanını da anlamak gerek. İki gön önce dağda savaştığı adamın temsilcisi gibi görüyor belediye başkanını. Bunu hemen değiştirmek mümkün değil. Ama biz olayı biliyoruz, anlıyoruz. Çözeriz.
Avukat: Bu gelişmeyi Öcalan'a bildirelim mi?
Oğuz: Kameraya yakalanmadan uygun bir diplomatik üslupla söyleyin. Bu metnivermeyin. .ar*-**.
Avukat: Imralı'ya OKK hükmetmiyor mu? Neden kameraya yakalanmayın diyorsunuz?
Oğuz: Kameraya alman görüntüler Genelkurmay Başkanı'na gidinceye kadar en az beş daire başkanının elinden geçiyor. İmralı'da olan bir tek biz değiliz. MİT de var, Kara Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri istihbaratı da var. Bu sürece karşı olanlar da var. Bunu Genelkurmay Başkanı'na karşı kullanmak isteyenler olabilir. Biliyorsunuz Çevik Bir giti ama onun ekibi var.
Avukat: Anlayamadım. Çelişkili geldi. Çevik Bir Genelkurmay 2. Başkanı idi. Siz de Genelkurmay adına ÖKK adına konuşuyoruz diyorsunuz.
Oğuz: Biz sizi protokolden sonra ÖKK'nin 2. Başkanı'na götüreceğiz. Karargâhta görüşeceksiniz. Onunla böyle rahat konuşmazsınız. Özal'dan iyi bir şekilde söz edemezsiniz. Özal'ı indiren güçle konuştuğunuzu unutmayacaksınız. Özal için "Ermeni köpeği", "Kürt eşeği" gibi laflar duyabilirsiniz." Yazdığı görülmüştür.
Hikmet ÇİÇEK'ten elde edilen flash bellekte ve İşçi Partisi Basın Bürosundaki bilgisayarda bulunan "PROTOKOL" isimli word belgesi içersinde; "Protokol Önerisi - 06 Haziran 2000" başlığının bulunduğu, başlık altında da az önce belirtilen Abdullah ÖCALAN'ı avukatı ile Özel Kuvvetlerde çalıştığı öne sürülen Oğuz'un yaptığı konuşma doğrultusunda hazırlanan ve (5) sayfadan oluşan bir protokol olduğu görülmüştür.
Soruşturma kapsamında tanık sıfatıyla bilgisine başvurulan gizli tanık DENİZ isimli şahıs 04.06.2008 tarihli ifadesinde; Kendisinin PKK terör örgütü içerisinde kaldığı uzun yıllarda ERGENEKON Terör Örgütü soruşturması ile ilgili olarak bilgi vermek istediğini ve öncelikle Abdullah ÖCALAN ve onun kurmuş olduğu PKK terör örgütünün bazı devletlerin kendisinin istihbarat görevlileri olarak tanımlayabileceği kişiler ile yapmış olduğu görüşmeler ve ilişkileri hakkında ifade vermek istediğini,
PKK örgütünün 1980 ihtilali öncesi APOCULAR olarak bilindiğini, bu dönemde örgütü yine Abdullah OCALAN'm yönettiğini, 1978 yılında örgüt kendini PKK olarak ilan ettiğini, bu dönemde örgütün bölgede diğer gruplar ile çatışma halinde olduğunu ancak devlete karşı henüz bir eylem gerçekleştirmediğini, 1980 yılı ihtilalinin öncesinde ülke genelinde sıkıyönetim ilan edildiğini, sıkıyönetim ile birlikte örgütün üzerine gidilmeye başlayınca Abdullah OCALAN'm Ethem AKÇAN ile birlikte Suriye'nin Şam şehrine gidip buradan da Lübnan ülkesinde bulunan Bekaa Vadisinde bulunan Filistin'in kurtuluşu için mücadele eden örgütlerin bulunduğu kamplara geçtiğini, burada kendisini Kürtlerin temsilcisi ve onların kurtuluşu için mücadele eden temsilcisi olarak tanıtıp bu anlamda faaliyet yürütmek için yer temin edilmesi talebinde bulunduğunu, bu talebinin gerçekleşmesi üzerine Türkiye'de bulunan örgüt mensuplarını yanma çağırarak PKK adına açılan bu kamplara yerleşerek faaliyet sürdürmeye başladığını, o tarihlerde Sovyetler Birliği'nin, Bulgaristan üzerinden Ortadoğu'da silahlı mücadele veren örgütlere para yardımı yaptığım, PKK'nm da Filistin halkının kurtuluşu için mücadele eden silahlı örgütlere gönderilen paradan yardım olarak aldığını,
Abdullah ÖCALAN liderliğindeki PKK örgütünün 1980 ihtilali öncesinde Türkiye'ye terk etmesinin nedeni darbenin olacağından haberdar olması olduğunu, kendisinin örgüte Bekaa vadisinde katıldığını, örgütün ilk yayınlarından Maraş Katliamı üzerine başlıklı broşürde de 12 Eylül Darbesinin olacağı yazıldığını, örgüt ve lideri bu darbeyi önceden haber aldıkları için en etkin önlem olarak yurt dışına gitmeyi kararlaştırdığını,
Abdullah OCALAN'm örgütte yapmış olduğu birçok konuşmasında bu durumu şu şekilde açıkladığını; "Bir yanda Pilot diğer yanda Kesire ajanı vardı, günlük olarak beni denetleyerek devlete bilgi veriyorlardı, bende kendilerini kullanıyordum, onlar benden bilgi almaya çalışırken ben onlardan bilgi alıyordum, onlar.„sayesinde devlet içindeki gelişmeleri öğreniyordum, darbenin olacağını biraz bunla'tın anlatımlarından biraz da kendi
s^^"1 285
yorumlarımdan çıkarttım" diye anlattığını, Ocalan'm, Pilot Necati ve Kesire Yıldırım için sürekli MİT ajanı dediğini, MİT ajanı olarak söylediği Kesire YILDIRIM ile evlenmesini de onun kendisi üzerinde denetim kurduğunu düşünmesini sağlayıp örgütü oluşturduğu şeklinde açıkladığını,
1982 yılında İsrail'in Lübnan'ın yaklaşık yarısını işgal edip Golan tepelerine kadar gelmesi ve Golan tepelerinin eteğinde bulunan Bekaa Vadisinde faaliyet yürüten Filistin halklarının kurtuluşu için mücadele eden örgütler ile birlikte PKK örgütü mensuplarının İsrail askerlerine karşı savaşları sonucu gerek PKK gerekse Filistin Halklarının kurtuluşu için mücadele eden örgütler kayıplar verince Filistin halkı için mücadele eden örgütler Beyrut'a, PKK örgütü mensuplarının da Şam'a geldiğini, o tarihte Suriye devlet başkanı Hafız Esad'm bu silahlı güce bir yer arama gereği duyduğunu, bu nedenle şu anda Kuzey Irak'ta bulunan KDP'nin lideri Mesut Barzani'yi Şam'a çağırıp PKK örgütü mensuplarının yerleşebilecekleri kamp alanları, erzak ve silah temini yönünde aralannda anlaştıklarını, bu anlaşma üzerine ilk defa PKK örgütü Kuzey Irak'a geçerek şu andaki kamp alanlarına yerleştiğini, Mesut Barzani'nin bunu kabul etmesinin birkaç nedeni olduğunu, o tarihlerde Barzani'nin tek sorunu olmayan komşu ülke Suriye olduğunu ve yine babası Molla Mustafa Barzani'nin Sovyetler Birliğinde eğitim görmüş ve orduda görev almış birisi olduğunu, Suriye'nin de Sovyetler Birliği etkisinde olan bir ülke olması ayrıca PKK örgütünü Türkiye ile olan sınıra yerleştirmek suretiyle Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahalelerine de engel olmak nedenleriyle bu teklifi kabul ettiğini,
1986-1987 yıllarında Abdullah ÖCALAN'm Bekaa Vadisinde bulunan Helve kampında bulunduğu sırada gazeteci ve siyasi kimliği olan Doğu PERİNÇEK'in röportaj adı altında geldiğini, ilgisi çeken ilk olayın Doğu PERİNÇEK'in Abdullah ÖCALAN tarafından bizzat karşılanması ve askeri tören yapılması olduğunu, Doğu PERİNÇEK'e kampta bir oda tahsis edildiğini, Doğu PERİNÇEK'in kampta 10 gün kadar kaldığını, Abdullah ÖCALAN hiçbir misafiri ile bir defadan fazla birlikte yemek yemediği halde Doğu PERİNÇEK ile kaldığı süre boyunca bütün yemekleri birlikte yediklerini, Abdullah ÖCALAN'm kendisi ile görüşmeye gelen herkesle görüştüğünü ve gelenlerin yüzüne karşı güzel sözler söylediğini, ancak gittikten sonra da arkasından ajan, işbirlikçi ya da benden yararlanmaya geldi şeklinde sözler söylediğini, fakat Doğu PERİNÇEK hakkında övücü sözler söylediğini, Doğu PERİNÇEK'in Abdullah ÖCALANTa görüşmesinin ardından bu görüşmesini bir kitap haline getirip yayınlatması ve Aydınlık dergisinde dizi halinde yayınlamak suretiyle varlığı yokluğu çok fazla hissedilmeyen Abdullah ÖCALAN ve PKK örgütünün Türkiye siyasetinde gündemleşmesini ve ülke içerisinde örgütün taban bulmasını sağladığını, 15 Ağustos 1984 olayları ile örgütün adını Türkiye'de hissettirmişse de daha sonra yapılan operasyonlarla örgütün ağır darbeler aldığını, örgütün o dönemde siyasi olarak ta sıkışmış bir durumda olduğunu ve yayınlanan bu görüşmenin adeta örgüt için bir can simidi haline geldiğini, bu röportajın yayınlanması ile Doğu PERİNÇEK'in örgütün adeta ikinci lideri konumuna geldiğini ve yayınladığı bu kitabın örgüt mensuplarının evlerindeki kitaplıklarda yerini aldığını,
Doğu PERİNÇEK'in Abdullah ÖCALAN'm Türkiye ve Türk askerine karşı silahlı mücadele ettiği dönemlerde Abdullah OCALAN'la görüşüp hatta bu görüşmelerini yayınlamak suretiyle örgütün propagandasını yaptığı halde, bugün her ne kadar Abdullah ÖCALAN'm samimiyetsizlikle suçlansa bile bir barış ortamından bahsetmekte ve çözümün diyalog ile olabileceğini söylediğini, ancak Doğu PERİNÇEK'in ise tam da bu dönemde Abdullah ÖCALAN ve PKK'ya karşı çok ciddi söylemler ve yayınlar yaptığını ve Doğu PERİNÇEK'te ki bu değişimi anlamakta güçlük çektiğini,
Yazar olarak tanıdığı Yalçın KÜÇÜK'ü 1993 ve 1996 yıllarında Şam'da yukarıda anlattığı gelişmeler sonrasında kurulan kampta Abdullah ÖCALANTa görüşmek için geldiğini, bu tarihlerden önce de geldiğini, ^Abdullah ÖCALANTa görüşmelerinin
yayınlanması nedeniyle bildiğini, Yalçın KÜÇÜK'ün daha sonra örgütün yayın organı olan MED TV'de Atölye isminde bir program sunduğunu, bu programda telefonla Abdullah ÖCALAN'm katılımını sağlayıp programı sürdürdüğünü, Yalçın KÜÇÜK'ün PKK örgütü nezdindeki rolü, örgütün silahlı eyleme teşvik etmek konusunda Abdullah ÖCALAN'ı yönlendirmek olduğunu, Abdullah ÖCALAN'nm da Yalçın KÜÇÜK hakkında "Senin her cümlen benim beynimde bir kıvılcım meydana getiriyor" şeklinde söylemlerde bulunduğunu, Abdullah ÖCALAN'm üst düzey örgüt mensupları ile teknik mevzuları konuştuğunu ancak durum değerlendirmesi yapmadığını, durum değerlendirmelerini Yalçın KUÇUK ile yaptığını, Yalçın KÜÇÜK'ün adeta Abdullah ÖCALAN'm beyni olduğunu, Abdullah ÖCALAN'a 1996 yılında gerçekleştirilen daha doğrusu Şam'da ki okulun önünde patlatılan bombayı gerek Yalçın KÜÇÜK gerekse Abdullah ÖCALAN haberdar olduklarını kendi beyanları ile açıkladıklannı, bu açıklamalarda Yalçın KÜÇÜK'ün yurtdışında bulunduğu bir sırada Abdullah ÖCALAN'ı arayarak sana suikast girişiminde bulunulacak, Şam'ı terk et şeklinde haber verdiğini, Abdullah ÖCALAN'm da buna rağmen Şam'dan ayrılmayacağını ama tedbir alacağını söylediğini, bu açıklamalar örgütün yayın organlarında da yer aldığım, Abdullah ÖCALAN Şam'da bulunduğu dönemlerde 1990'h yıllardan sonra Yalçın KÜÇÜK'ün Öcalan ile görüşmeye başladığını, bu dönemden sonra Yalçın KÜÇÜK'ün, yurtdışında Fransa, Brüksel gibi Avrupa ülkelerinde kaldığını, ancak KÜÇÜK'ün, Abdullah ÖCALAN'm 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye'den çıktıktan sonra Türkiye'ye döndüğünü, bunun oldukça dikkat çekici bir durum olduğunu,
PKK terör örgütü genellikle ülke sınırlarına yakın yerlerde kamp kurduğunu, bunun nedeni gerek ülkemizin gerekse komşu ülkelerin sınırlarından geçirilerek Avrupa'ya götürülen uyuşturucunun kontrol altında tutularak, uyuşturucu ticareti yapan kişilerden bu geçişe izin verme karşılığında belli bir pay, uyuşturucunun Avrupa'da dağıtımını da koordine etmek ve bundan da belli paylar almak olduğunu, silah kaçakçılığının genellikle sınır kapılarından yapıldığını, örgütün kontrolü altında bulunan dağ yollarından bu tür faaliyetleri yürüten şahıslardan pay alındığını, örgütte kendi militanları için ihtiyaç duyduğu bomba, silah ve mühimmatlarını da para karşılığında silah kaçakçılığı işi ile uğraşan bu şahıslardan temin ettiğini,
1993 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinin PKK militanlarına karşı Diyarbakır kırsalında büyük çaplı bir operasyon yaptığını, bu operasyonlar sürerken PKK militanlarının imha sürecinde olduğu anda Türk askerlerinin telsiz konuşmalannda geri çekiliyoruz, paşa vuruldu şeklinde haberler duyduğunu, paşanın örgüt mensuplan tarafından vurulup vurulmadığı konusunda o bölgede bulunan PKK militanlan ile görüşme yaptığını, paşanın Lice'de PKK militanlannm büyük bir baskınının olduğu söylenerek paşanın Lice'ye gelmesi sağlanıp helikopterden iner inmez bir asker tarafından vurulduğunu, vuran askerinde başka bir asker tarafından vurularak ikisinin birlikte helikopter ile Diyarbakır'a getirildiğini öğrendiğini, kesinlikle bu olayı PKK örgütünün yapmadığını, çünkü o dönemde kendisinin o bölgede PKK militanı olduğunu, en üst düzey örgüt mensuplanndan bu durumu bizzat öğrendiğini ve takip ettiğini, Aydın BAHTİYAR isimli paşanın ne amaçla ve kim tarafından öldürüldüğünü bilmediğini, örgütün en önemli birimlerinin bu kadar sıkıştınldığı ve hatta örgütün en üst düzey mensuplanndan bazılannm da imha edilmesi noktasına gelindiği bir esnada böyle bir hadisenin olmasının karanlık bir nokta olarak kaldığını, bu konunun Ergenekon soruşturması kapsamında ele alınmasının uygun olacağını düşündüğünü,
1990'lı yıllann başlanndan itibaren PKK - Hizbullah çatışması olduğunu, Hatta bundan dolayı PKK'nm şehirlerde bannamaz hale geldiğini, Hizbullah'm yapmış olduğu eylemlerin profesyonelliği ve çok fazla eylemi gerçekleştirebildiklerini, o dönemde kendisinin örgüt içerisinde aktif olarak faaliyet yürüttüğünü, kendisinin yurtdışında birçok örgüt kamplannı gezdiğini ve yerlerini bildiğini, Türkiye'de .-.-faaliyet yürüten örgütlerinde yurtdışında eğitim aldıklan kamplar olduğunu, ancak- Hizbullah örgütü mensuplanm bu
kamplarda hiç görmediğini, eğitimsiz örgüt mensuplarının yukarıda beyan ettiği tarzda eylem yapmalarını mümkün olmadığını, herhangi bir kampta almamışlarsa bu eğitimleri nerede aldılar ve kendilerine bu eğitimleri kimlerin verdiği konusunda şüphesi olduğunu ve Hizbullah'm Ergenekon soruşturması kapsamında ele alınması gerektiğini beyan etmiştir.
Soruşturma kapsamında talimatla tanık sıfatıyla bilgisine başvurulması talep edilen gizli tanık GALİP isimli şahsın 05.06.2008 tarihinde alman ifadesinde; PKK terör örgütü içerisinde faaliyet yürüttüp döneme ait örgütün tarihsel sürecinde yaşanan bazı gelişmeler ve olaylar hakkında örgütün stratejisi ile bağdaştıramadığı ve nasıl olduğunu da anlayamadığı bazı konular hakkında açıklamalarda bulunabileceğini, PKK örgütünün 1979 yılında gerçekleştirdiği bir eylemden sonra PKK olarak ismini kamuoyuna duyurduğu, bu dönemden önce örgüt faaliyetlerini APOCULAR olarak yaptığını, 1980 ihtilali öncesinde Abdullah ÖCALAN'ı Suruçlu Ethem AKÇAN'ın Suriye Halep'e çıkardığını ve devamında ihtilal öncesi örgüt üyelerinin grup grup yurt dışına çıktıklarını, örgütün ihtilal öncesi bir bülten yayınlayıp ihtilali adeta haber verdiğini ve örgüt üyelerine silahlan sığmak diye tabir edilen yerlere saklamalan talimatını da gönderdiğini, İllegal olarak faaliyet yürüten bir örgütün ihtilali nasıl öğrenmiş olduklannı bugün bile bilmediğini ve bu olaym kendisi için daima karanlık bir nokta olarak kaldığını,
Örgütte Pilot Necati olarak bilinen şahıstan ve bu şahısın Abdullah ÖCALAN ile olan ilişkisinden bahsetmek istediğini, Pilot Necati'nin mesleğinin pilotluk olduğunu, Ağnlı olduğunu, Abdullah ÖCALAN'm kendisine, pilot Necatinin devletin adamı olduğunu kendisinin kontrol etmek üzere görevlendirildiğini, kendisine Ankara'dayken para yardımı yaptığını, fakat pilot Necatinin kendisini kontrol edemediğini, kendisinin onu kullandığını ve bir takım bilgileri aldığını, bundan dolayı da devletin kendileri üzerine gelmediğini beyan ettiğini, Pilot Necati'nin Abdullah ÖCALAN'a üstü kapalı olarak "sen bir kuşsun istediğimiz zaman seni pişirip yeriz" dediğinin söylediğini, Abdullah ÖCALAN ile Pilot Necati'nin ilişkisinin 1976-1977 yıllannda başladığını ve Abdullah ÖCALAN'm yurt dışına çıkışma kadar devam ettiğini, Abdullah ÖCALAN'm Pilot Necati'nin bir uçak kazasında öldüğünü Yalçın KÜÇÜK'ün kendisine söylediğini beyan ettiğini, Uğur MUMCU öldürüldükten sonra Abdullah ÖCALAN'm, Uğur MUMCU'nun kendisinin pilot Necati ve Kesire YILDIRIM ile olan ilişkisini araştırdığını ve bunu ortaya çıkartacağı için öldürüldüğünü söylediğini,
1993 yılında Abdullah ÖCALAN'm Suriye Şam şehri Kızılay hastanesi yakmlannda (Hilalahmer) denilen bölgede Hasan BİNDAL tarafından kiralanmış olan bir apartmanını onuncu katında zaman zaman kaldığını, yanmdakilerle birlikte, daireye çıkmak için asansöre bindiğinde asansörde bir kişinin daha olduğunu, bu şahsın dokuzuncu katta indiğini, Abdullah ÖCALAN' m onucu kata çıktığında asansörden inmeyerek tekrar aşağıya indiğini, yanındakilere dokuzuncu katta inen şahsın o katta oturan Türkiye Askeri Ataşesi olduğunu söylediğini, oradan aynlarak o bölgede bulunan örgüt mensubu gençlerin kaldığı eve gittiğini,
Abdullah ÖCALAN'm Şam'da olduğu 1990'h yıllarda yanma sürekli olarak İran İstihbaratından ve Suriye İstihbaratından görevlilerin geldiğini ve kendileri ile görüştüğünü, bu istihbaratçılann teknik bilgiler ile Abdullah ÖCALAN'm nasıl korunması gerektiğine dair bilgiler verdiklerini ve kendisinin de bilmediği bir takım görüşmeler yaptıklannı, Suriye de bulunan kampa Yunanlı subaylann gelerek eğitim verdiğini ve bunun örgüt içerisinde konuşulduğunu duyduğunu, aynca Abdullah ÖCALAN'm şoförlüğünü yapan Hamit isimli şahsın Suriye ajanı olduğunu, Abdullah ÖCALAN'm bunu konuyu bildiğini, buna rağmen Şam da kalabilmek için Hamit'i yanında tuttuğunu, 1993 yılında Suriye ile Türkiye arasında Adana görüşmeleri olarak bildiği bir görüşme gerçekleştiğini ve bu görüşmeye Suriye adına katılan şahsın görüşmenin her safahatından sonra Abdullah ÖCALAN'm yanma gelerek Hamit aracılığı ile görüştüklerini, bilgi paylaşımında bulunduklannı,

Suriye de faaliyet yürüten bir Kürt partisi lideri olan Mervan ZEKİ isimli kişi ile yapmış olduğu görüşmeden sonra PKK'nm dine sahip çıktığını ve PKK'nm dini temel alan yaklaşımları ile ilgili açıklamalar yaptığını, Mervan ZEKİ'nin Suudi Arabistan yetkilileri ile görüştüğünü ve bu açıklamaları onların desteğini almak amacıyla yapıldığını, Çünkü PKK'nm Sosyalist ideolojiyi savunan bir parti olduğunu ve din ile ilgili açıklamalarını başka türlü izah edemediğini,
1993 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'm doğu ve Güneydoğu Anadolu'daki problemleri fark ettiğini ve çözüm yollan arayacağını beyan ettiğini, PKK'nm dağdan inmesi için projeler ürettiğini, o dönemde yasak olan Kürtçe konuşmayı serbest bırakacağı yönünde açıklamalarda bulunduğunu, o dönemde Abdullah ÖCALAN'm yanma Talabani, Kemal BURKAY (Kürdistan Sosyalist Partisi Genel Başkanı), Hamraş RAŞO (Türkiye IKDP Başkam)'nm gelip gitmeye başladığını ve bir ateşkes sürecinin olması için zemin oluşturmaya çalıştıklarını, sonunda Abdullah ÖCALAN'm Lübnan da bulunan Bekaa kampında basın açıklaması yaparak tek taraflı ateşkes ilan ettiğini, Turgut ÖZAL'm PKK'nm dağdan inmesi ve kardeşlik ortamının oluşması amacıyla yapmış olduğu girişim çalışmalarının örgütte çok olumlu karşılandığını ve herkesin bir çözüme doğru gidileceği ümidini taşımaya başladığını ancak 1993 yılı Nisan ayında Turgut ÖZAL'm öldüğünü ve akabinde Bingöl de 33 asker PKK tarafından vurularak öldürüldüğünü, bu eylemle birlikte yeşeren umutların tamamen kaybolduğunu, PKK'nm tek taraflı ateşkes sürecinde olduğu devletin çözüm arayışlarına girdiği bu dönemde PKK içerisinde bir grubun bu eylemi gerçekleştirmesi ve bu askerlerin korumasız ve silahsız olarak tehlikeli bir bölge üzerinden gönderilmesine kişisel olarak hiçbir zaman anlam veremediğini, bu eylemin örgüt içerisinde Doktor Süleyman (kod) Sait ÇÜRÜKKAYA' nm kontrolündeki örgüt mensuplan tarafından gerçekleştirdiğini, Doktor Süleyman (k) Sait ÇÜRÜKKAYA nm halen Almanya da olduğunu,
Örgüt içerisinde Mahmut SAKAR ve İrfan DÜNDAR'm, Abdullah ÖCALAN'm avukatı olarak ve her söylediklerinin direk Abdullah ÖCALAN'm talimatı olduğu bilindiğini, sürekli olarak örgütün kamplanna gelerek Abdullah ÖCALAN'dan almış olduklan talimatlan başta üst düzey örgüt mensuplan olmak üzere örgüt mensuplanna aktardıklannı, örgüt tarafından Süleymaniye de infaz edilen terör örgütünün üst düzey yöneticilerinden olan Kani YILMAZ ile Messenger üzerinden bir görüşme yaptığını ve Kani Yılmaz'm kendisine "Mayıs 2004 tarihinde Şehit Harun Kampında KONGRA-GEL in ikinci kongresinde Abdullah ÖCALAN'm avukattan Mahmut SAKAR ve İrfan DÜNDAR'mda katıldığını, Mahmut ŞAKAR'm bütün kameralan kapattığını, başkan adına konuşuyorum bu kongreden savaş karan çıkacak şeklindeki sözleri üzerine kongrede savaş kararının alındığını" söylediğini,
Meral KIR' ı Meral KİDİR olarak bildiğini, Meral KIDIR'm PKK örgütünün eski mensuplanndan olduğunu, Meral KIDIR'ın, Muharrem KARABULUT ve yanında bulunan bazı örgüt üyeleri ile PKK'nm içinde Türkiye Devrim Partisini kurduklanm, sosyalist bir ideolojileri bulunduğunu, PKK'ya bağlı olduklannı ve amaçlannm gerilla savaşını Batı illerinde taşımak olduğunu, bu kişilerin genellikle Türk kökenli olduklannı ve sosyalist devrimini savunduklannı, bunlann devrimi savunan sol örgütlerin ülkede devrim yapabilecek bir güce sahip olamayacaklannı savunduklarını ve PKK ile birlikte bu devrimin gerçekleşmesini daha mümkün gördüklerini, Ankara ve İstanbul illerinde örgütlendiklerini beyan etmiştir.
ERGENEKON terör örgütüne yönelik yapılan operasyonda İŞÇİ PARTİSİ GENELMERKEZİNDE elde edilen "istanbul, 23 Mayıs 2000, Sayın Abdullah Öcalan" ile başlayanve "iyi dileklerimi ve selamlanmı yollanm, Doğu Perinçek işçi Partisi Genel Başkanı, Not:Bu mektubun bir örneği, Genelkurmay Başkanlığı'nm bilgisine sunulmuştur." İle bitendokümanda; ^gs^'**''**^
"İstanbul, 23 Mayıs 2000, Sayın Abdullab^caîan, * $t\
289h^-w *»
Avukatlarınız selamlarınızı getirdi ve önümüzdeki süreçle ilgili görüşlerimi sordular. Onlara anlattıklarımı, Türkiye'nin bağımsızlık ve birliği için duyduğum sorumluluk gereği, ayrıca size yazmayı yararlı gördüm.
Yaşanan süreçte geleceği belirleyecek kritik noktaya, öncelikle dikkatinizi çekmek isterim. Türkiye'nin demokratik devrimi ile Avrupa Birliği'yle bütünleşme projesi, birbiriyle bağdaşmaz. Bu iki program ve iki programı temsil eden kuvvetler, nesnel olarak cephe cepheyedir. Ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi'ni savunan demokrasi kuvvetler ile Batı kuvvetleri arasındaki çelişmenin önümüzdeki kısa ve orta sürede çok daha derin çatışmalara yol açması kaçınılmazdır.
Türkiye'de demokrasi, Kemalist Devrim'i tamamlayacak kuvvetlerin eseri olacaktır. Batı'nın büyük devletleri ise, bugün demokrasi sürecinin karşısındaki en büyük engellerdir. Özellikle ABD ve ikincil olarak Avrupa Birliği, Türkiye demokratik devrimin önünü kesen başlıca kuvvetlerdir. Onlar, Türkiye'yi demokrasiye zorlamıyor; tam tersine demokrasinin biricik çerçevesi olan ulus devleti yıkıma uğratarak, demokrasiyi imkânsız hale getirmek istiyorlar. Dayattıklan bölge polisi misyonu ve neoliberal ekonomi, demokrasi benzeri bir rejimde bile uygulanamaz. Bayar-MenderesTerden Özal ve Çiller gibilere kadar işbirliği yaptıkları kuvvetlere bakarsak bunu çok daha iyi görebiliriz. Öte yandan onların "Kemalist Devrimin kazanmalarını yıkma" pratiklerini göz önünde tuttuğumuz zaman da, hedeflerini çok iyi anlarız.
"Demokrasi ve insan haklan" veya "Kopenhag kriterleri" dedikleri program, bir demokrasi programı değil, fakat tıpkı Irak ve Yugoslavya'ya karşı yaptıklan gibi parçalama ve denetim altına alma siyasetinin araçlandır. Sürece ülkemiz açısından bakarsak, ABD ve Avrupa, Türkiye'den tek bir şey istiyor: "Kriz bölgelerinde müdahale gücü" rolünü üstlenmesi. Bu misyonu kibar bir ifadeyle "Batı için güvenlik üretmek" diye özetleyenler de vardır.
Kopenhag kriterleri falan, hepsi bu dayatmanın hizmetindedir. Nitekim Türkiye AB aday üyeliğine kabul edilince, Alman hâkim güçlerinin Die Welt gazetesi, olayın esas anlamını şöyle saptamıştır: "Türkiye, AB aday üyeliğini kabul etmekle, evlatlannm canını büyük maceracı müttefik uğruna feda etmeye hazır olduğunu göstermiştir." (Die Welt, 22 Aralık 1999) Buradan da anlaşılacağı üzere, Türkiye'nin Avrupa kapısında denetim altına alınması, ABD'nin politikasıdır.
Economist dergisi ise, Türkiye'nin aday üyeliğinin tarihsel süreç açısından ne anlama geldiğini açıkça belirlemiş, olayı "Kemalizmin sonu" başlığıyla duyurmuştur. AB aday üyeliği ile Kemalist Devrimi tamamlamak iki karşıt süreçtir.
Herkesin önüne şu soruyu koyması gerekiyor: Mehmetçiği Batı'nın güvenliği için kriz bölgelerine süren bir rejim, demokratik olabilir mi?
ikinci bir soru daha: IMF reçetesi gereği, köylüye destek akçalannı kaldırarak Türkiye tanmmı çökerten ve özelleştirme yoluyla bir milyondan fazla işçiyi sokağa atacak ve SSK'lan tasfiye edecek bir rejim, büyük çoğunluğa şiddet uygulamak dışında bir tercih hakkına sahip midir?
iç piyasayı bile yabancı hipermarketlere teslim eden bir rejim, esnaf ve tüccan tasfiye ederken, aynı zamanda onlara özgürlük verebilir mi?
"Kopenhag kriterleri" içinde, işçiye, köylüye, esnaf ve zenaatkara, ulusal sanayici ve tüccara insaf yoktur.
Bunlar, ulusal devletin dayandığı sınıflardır. Avrupa Birliği sürecinde daha ağır baskılarla dayatılan program, özgürlüğü ezici çoğunluk için imkânsız hale getirmekte, halka şiddet uygulanmasını ise zorunlu kılmaktadır.
Bu programın, "azınlık mezhep ve milliyetlere özgürlük" vaat etmesine kanmak, en büyük yanılgı olur; uygulandığı her yere, kanlı boğazlaşmalar getirdiği apaçık artadadır. Kuzey Irak Kürtlerinin durumuna, Boşnaklann şenatçubır rejim altına düşmesine, Çeçenlerin
^5^7
perişan haline ve Kosova'lı Arnavutların ABD bayraklarıyla yürümelerine göz atmak, Batı'nm "insan haklan" programı hakkında yeterli fikir verir. Kaldı ki, olaya dünya ölçeğinde baktığımız zaman, milliyet ve mezhep çatışmaları, her yerde emperyalizmin yayılma politikasının aletidir.
Batı'nm küreselleşme programının halka maliyetinin çok ağır olduğunu görmekle birlikte, nasıl olsa başarılı olacak, biz de bu projeyle bütünleşelim ve üstte kalanların yanında olalım diye düşünüldüğü de oluyor. Bu, çok ama çok büyük bir yanılgıdır. Çünkü Türkiye, kesinlikle Avrupa Birliği ile bütünleşmeyecek, yeni oluşan dünya dengelerinden yararlanarak bağımsız ulusal devletini koruyacak ve demokratik devrimini tamamlayacaktır. Bütün olgular bu yöndedir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne tam üye olmak bir yana, önümüzdeki üç-beş yıllık süreç içinde cephesini Batı'dan gelen baskılara dönmek zorunda kalacağı kesindir.
Hem ABD ve Avrupa, hem de Türkiye'nin Kemalist Devrim rotasmdaki ulusal kuvvetleri, ülkemizin Avrupa Birliği 'yi e bütünl eşmeyeceğini biliyorlar ve ona göre mevzileniyorlar. Bunu saptamak için, Avrupa Birliği'ne aday üyelik protokolüne bakmak bile yeterlidir. Orada, taraflar arasında dört yıl içinde bir anlaşmaya vanlmazsa, Kıbns ve Ege sorunlannm La Haye Adalet Divanı'nda çözüleceği yazılıyor. Eğer Türkiye'nin Avrupa Birliği'yle bütünleşeceği varsayılsa idi, bu tür hükümlere gerek görülmeyecekti. Çünkü Kıbns, Yunanistan ve Türkiye, o zaman Avrupa Birliği içinde birleşecek ve aralannda ne Ege kıta sahanlığı sorunu, ne de Kıbns sorunu kalacaktı. Herkes bilmektedir ki, süreç bu yönde değildir. Yunanistan ve Güney Kıbns'ı da içine alan Avrupa, Protokol'a bu hükümleri koyarak, aslında gelecekte kendisi ile Türkiye arasındaki sorunlarda, La Haye Adalet Divanı'm yetkili kılarak bir mevzi kazanmayı planlamıştır. Kıbns ve Ege kıta sahanlığı, önümüzdeki dönem Türkiye ile Yunanistan arasındaki değil, Türkiye ile Avrupa Birliği arasındaki sının belirleyecek anlaşmazlık konulandır.
ABD açısından ise, mesele, Doğu Akdeniz'e hükmetmek için Kıbns'ı sorunsuz bir üs haline getirmek ve aynca Türkiye'nin bütün çıkış yollannı denetim altında tutmaktır. Dahası ABD, Türkiye'yi Kıbns ve Ege üzerinden sıkıştınp Kuzey Irak'ta teslim alma politikası izlemektedir.
Türkiye yöneticileri ise, ne yazık ki, ulusal devlet perspektifini yitirerek, böyle bir Protokol'a imza atmışlardır. Bir kısmı ise, Batı'yı bir süre daha oyalama ve zaman kazanma anlayışı içindedir.
Ancak bu sorunlann La Haye Adalet Divanı'na gitmeden, yani dört yıl geçmeden, önümüzdeki kısa dönemde alevleneceği kesindir. Nitekim işte alevlenmeye başlamıştır bile. Önce iran'a düşmanlık kampanyyası, arkasından Ege Ordusu'nu kaldırma önerileri ve hatta Türkiye'nin kıta sahanlığına ilişkin ihlalleri "savaş sebebi" saymaktan vazgeçmesi yolundaki görüşler, birbiri peşi sıra piyasaya sürülmüştür.
Türkiye, ABD ve Avrupa ile üç cephede karşı karşıya gelmiştir: Kuzey Irak, Ege ve Kıbns. işbirlikçi medyanın ortada dolaştırdığı laflann kıymeti harbisi yoktur. Türkiye'nin her üç cephede de direneceğinden kimsenin kuşkusu olmasın. Bu direnmenin ulusal birikimi olduğu gibi, dünya koşullan da elverişlidir.
Rusya, Çin, Hindistan, Orta Asya Türk cumhuriyetleri, iran ve bütün Asya bir blok oluşturmaktadır. ABD, Avrasya kayasına çarpmıştır. Batı uygarlığı çürümekte ve dağılmaktadır. Asya ise dinamiktir ve önüne geçilemeyen bir yükselişin içine girmiştir. Türkiye Avrasya bloku ile batı arasındaki dengeleri çok iyi değerlendirebilir ve kendisi için çok geniş bir manevra ve bağımsızlık alanı açabilir. Bütün sorun, bağımsız iradeye sahip bir Cumhuriyet Devrimi iktidannm kurulmasmdadır.
Batı ile potansiyel çatışma unsurlan, yalnız Kıbns, Ege ve Kuzey Irak'ta değil, içcephede de ciddidir. Batı Türkiye'ye, Aydmlık'ta defajpea^ber konusu olduğu üzere şunlandayatıyor: ^ ^j^
1.Ulusal Ordu tasfiye edilecek, Türk Silahlı Kuvvetleri pentagonlaştınlarak, bölge polisi haline getirilecek.
2. 28 Şubat bitirilecek, cemaat ve tarikatlar özgürleştirilecek.
3. Ilımlı islam yeniden iktidar ortağı yapılacak.
4. Yukardan denetim altına alman PKK yasallaştırılacak.
5. Bütün bunlara muhalefet eden radikaller temizlenecek.
Özeti, Avrupa'ya girebilmek için, Türkiye'den öncelikle kapıdaki vestiyere ulusal ordusunu ve Kemalist Devrim'i bırakması isteniyor. PKK'nin yasallaştırılması talebi ise, ellerinde Türkiye'ye karşı bir bölünme etkeni bulundurmak amacıyladır.
Bu dayatmaların kabul edilmesi mümkün değildir.
Ulusal devlet ve ulusal ordu direnir; direnecektir; kesindir bu. işbirlikçi hakim sınıfların devleti ve NATO'ya bağlı bir ordu nasıl direnir diye soranlar oluyor, şunu görmüyorlar: 28 şubat'tan beri Türkiye'de, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarında olduğu gibi, iki iktidar odağı oluşmuştur. Küçük Amerika rejiminin karşısında Kemalist Devrim rotasında yeni bir iktidar belirmektedir. O nedenle sakız çiğner gibi tek bir "derin devlef'ten söz eden tahliller geçersizdir.
Direnecek olan kuvvetler, Kemalist Devrim rotasında toplanmaktadır. Küçük Amerika rejimi sönerken, devrimci birikim canlanmaktadır. Osmanlı devletinin içinden Kurtuluş Savaşı'nı gerçekleştiren bir Kuvvayı Milliye nasıl çıktıysa, bugün de öyle olmaktadır.
Türk Silahlı Kuvvetleri'nin 28 Şubat'tan bu yana Cumhuriyet devrimi mevzisinde kararlı bir tavır göstermesi, yaşanan sürecin önemli bir işaretidir. 28 Şubat aslında 1995 Martı'nda Kuzey Irak'a yapılan Çelik Harekâtıyla başlamıştır. Türk Ordusu, bu harekâtla ABD'nin egemenlik alanına girmiştir. Arkasından gelen 1996 sonbaharmdaki Türk Ordusu-Irak-Barzani işbirliği, ABD'nin Kuzey Irak'taki hâkimiyetine ağır bir darbe indirdi. Olayı ABD Genelkurmayına yakın Joint Forces Quarterly dergisi, "ABD Ordusu'nun Vietnnam'dan sonra aldığı en büyük yenilgi" olarak niteledi.
Bu süreç, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ulusal devleti ve Cumhuriyet Devrimi kazanımlanm korumakta kararlı olduğunu göstermiştir. Dıştan gelen baskılar, tıpkı Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gibi, Türk-Kürt birliğini pekiştirme gereğini de ortaya çıkarmış ve Acil Kardeşlik Çözümü'nü gündeme getirmiştir. Dışa karşı bağımsızlığı ve içte laikliği savunmak, demokratik süreci kaçınılmaz olarak ateşlemiştir. Süreç kuşkusuz iniş çıkışlıdır, zaman zaman geri dönüşleri içerir. Ancak ben bu süreçte Türk Silahlı Kuvvetleri'nin ulusal devlet ve Cumhuriyet Devrimi mevzisinde kararlı bir tavır alacağına, emperyalist baskılara teslim olmayacağına güveniyorum. Bu güvenimi de her yerde olduğu gibi burada da ifade ediyorum.
Türkiye'nin ulus devletinin direneceğini söylemek, dayanaksız bir umudun ifadesi değildir; toplumsal-ekonomik gerçeğe dayanır. Ulus devlet, ulusal piyasa temeli üzerinde varolur. Hiçbir ulus devlet, ulusal piyasanın dağıtılmasını ve kendi temellerinin yok edilmesini, kısacası sömürgeleşmeyi kabul etmez. Ulus devletler silahla kurulmuşlardır ve ancak silahla yıkılabilirler. Türkiye'nin barışçı yoldan yıkıma uğratılması pratiği, aslında en sonunda dıştan ve içten silahlı müdahalenin koşullarını hazırlamak ve uygun mevziler yaratmak içindir. Türkiye bu sürece kurbanlık koyun gibi başım uzatmayacaktır.
Irak ve Yugoslavya direnenebilmiştir; Türkiye haydi haydi direnir. Türkiye ulusal devleti ve ordusunun direnme potansiyeli, Irak ve Yugoslavya'nın on katıdır. İnsan malzemesi, bağımsız devlet ve ordu geleneği, ekonomisi ve diğer olanakları yanında, hızla güçlenen Avrasya blokunun sağladığı uluslararası olanaklar hesaba katılırsa, Türkiye'nin Batı'ya boyun eğmeyeceği ve kendi ulusal devletini Batı'ya bir kez daha kabul ettireceği açıktır. Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerin normalleşmesi, egemenliğe saygı ve karşılıklı yarar temeline oturması, bu direnişle gerçekleşecektir. ^
/T s^
29f *» * (C < * \ __ ,
Burada herkesin önündeki soru şudur: Kimin yanında olacağım? Ulusal devlet ve ulusal ordunun mu, yoksa Batı'yla bütünleşme projesinin mi? Bu iki karşıt program ve kuvveti bağdaştırmak mümkün olamayacağına göre, herkes bu seçeneklerle yüz yüze gelecektir. Bir an önce safa girmek, Türkiye'nin demokratik devrimi ve Kürt sorununa çözüm açısından da önemlidir.
Kürt sorununun demokratik çözümü, Batı ile işbirliği yapıldığı için değil, Batı'ya karşı kesin tavır alındığı için hızlanacaktır. Kürt sorunu, Batı ile işbirliği yapıldığı ölçüde sürüncemede kalır; Batı'yı Kürt sorununun içine davet eden uygulamalara ne kadar kararlı bir tutumla son verilirse, çözüm o kadar demokratik ve çabuk olacaktır. Çünkü Kürt sorunundaki esas engel, artık Kürt realitesini kabul etmeyen iç kuvvetler değil, Kürt sorununu Türkiye'ye karşı kullanmak isteyen dış kuvvetlerdir. O dış kuvvetlere karşı, ne kadar güçlü bir Türk-Kürt birliği kurulursa, güven ortamı o kadar sağlıklı olur ve demokratik çözümler de güncelleşir. Eğer, Kürt sorununu çözmede, Türkiye'ye karşı Batı'nm baskısından yararlanmayı düşünenler olursa, bu, Türkiye üzerindeki tehditle birleşerek sorunu çözmeye kalkışmak anlamına gelir.
Matematik formüllerle ifade edecek olursak:
Türk+Kürt= demokratik çözüm.
Batı+Kürt= çözümsüzlük.
Türk+Kürt birliği, Kurtuluş Savaşı'ndaki gibi Batı'dan gelen tehdide karşıdır.
Batı+Kürt formülü ise, Türkiye'ye karşıdır.
Bugünkü koşularda Batı'nm yanında olmak, aslında Türkiye'ye karşı olmak anlamını taşımaktadır. Sizin de dikkatinizi çekmiştir, Türkiye'nin bütünlüğü içinde yer almak, Batı'nm hoşuna gitmiyor.
Denecektir ki, Türkiye devletini yönetenler elli yıldır Batı işbirlikçisidir. Doğru! Zaten Türkiye'yi bu hale getirenler de onlardır. Biz devrimciler, elli yıldır onlara muhalefet ediyoruz ve Kemalist Devrim'in kazanımlannı savunuyoruz.
Küçük Amerika rejimi açısından deniz bitmiştir. Batı ile işbirliği yoluyla Türkiye'ye yapılan kötülüklerin sonuna gelinmiştir. Yaratılan mafya-tarikat-gladyo rejimi derin bir krize girerken; Kemalist Devrim kendisini yenileyerek canlanmaktadır.
Türkiye'nin ulusal devletini ve diğer devrimci kazanımlannı savunmak, statükoyu korumak değil, devrimci bir sürece omuz vermektir. Türkiye, kendini savunmak için elli yıllık küçük Amerika sürecinin oluşturduğu mafya-tarikat-gladyo rejiminden kurtulmak durumuyla karşı karşıya gelmiştir. Bu nedenle ulusal devletin savunulması, Türkiye'de köklü bir iktidar değişikliğine ve yenilenmeye yol açacaktır.
Bu olay, Kurtuluş Savaşı'yla başlayan devrime benzer. Türkiye, sömürgeleşme tehdidinden kurtulayım derken, Osmanlı Ortaçağından da kurtulmuş ve demokratik devrim sürecinin en önemli atağını yapmıştır. Benzer bir durumda bulunduğumuz tahlilini yapan işçi Partisi, Aralık 1999'da yaptığı 5. Genel Kongresi'nde bu sürecin ihtiyacına cevap veren bir iktidar projesi kararlaştırdı ve önüne üç birlik görevini koydu:
- Siyasal düzlemde: Kemalist-Sosyalist ittifakı.
- Kitlesel düzlemde: Türk-Kürt birliği.
- Yaptırım düzleminde: Halk-Ordu birliği. Program ise, Altı Ok'tur.
Altı Ok, hâlâ geçerlidir; önümüzdeki devrimci adımın temel yönelişlerini içerir.
Altı Ok, halk açısından doğru olmanın ötesinde, Türkiye'nin büyük güçlerini birleştirecek tek formüldür.
"Demokratik Cumhuriyet" gibi formülleri, demokrasi düşmanı neoliberal çevreler de paylaşıyor. Altı Ok ise, eskilerin deyişiyle "Efradını cami, ağyarına mâni" bir programdır; yani fertlerini toplar, düşmanına da engel oluşturun-"Altı Ok benimsendiği zaman, emperyalistlerle ve halk düşmanlarıyla birleşme tehlikesi yoktup *
Altı Ok'u farklı kavramlarla ifade etmek mümkündür; ancak o zaman programın sihiri bozulur; büyük kuvvetler birleştirilemez ve tarihten kuvvet alınamaz; kısacası hedefe ulaşılamaz. Altı Ok, Kemalist ile Sosyalisti, Türk ile Kürdü, Halk ile Orduyu birleştirebilecek tek formüldür. Bu nedenle Altı Ok'un alternatifi yoktur.
Türk-Kürt birliğinin örgütsel biçimi, birlikte örgütlenmektir. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk ve Kürdü, Anadolu'da bir hükümet kurmak için, Müdafaai Hukuk Cemiyetleri'nde birlikte örgütlemesi, bugün de örnek alınacak çözümdür. Birlikte örgütlenme, birliği sağlamlaştırır. Ayrı örgütlenme, ayrılma etkenlerini güçlendirir. Batı'nm "PKK'yi yasallaştırmakta" diretmesinin nedeni, Türkiye'yi bölme tehdidini elde bulundurmak içindir. Buna olanak verilmemesi, binlerce sayfa birlik yanlısı sözden ve birlik yemininden çok daha etkilidir ve belirleyicidir.
Birlikte örgütlenme, vitrinde değil, gerçekte olmalıdır. Batı güdümlü programlar, Türk ve Kürdü birleştirmez. Kıblesi Washington ve Brüksel olan bütün programlar, bölücüdür. O merkezler, birleşik bir Türkiye istemiyorlar. Çünkü birleşik ve güçlü bir Türkiye'nin "Kriz bölgelerine müdahale misyonu"nu kabul etmeyeceğini biliyorlar. Onlara mecbur ve muhtaç olması için, Türkiye'nin sorunlu, zayıf ve parçalı olmasını istiyorlar. Birlikte örgütlenme, bu dayatmaya örgütsel cevaptır.
Birlikte örgütlenme, aynı zamanda Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü'nü de hızlandıracaktır. Birlikte örgütlenmenin sağladığı güven ortamında, Kürt kitlelerinin demokratik talepleri konusundaki kuşkuların dağılması da kolaylaşacaktır.
Güvenilir kaynaklardan öğrendiğimize göre, "Kürt Sorununa Kardeşlik Çözümü", genel çizgileriyle kabul edilmiş ve Millî Güvenlik Kurulu'ndan geçmiştir. Sorunu çözecek merkez, Washington veya Brüksel değil, Ankara'dır.
Hal böyleyken, çözümün Türkiye'den değil, Batı'dan beklenmesi, Kürt yurttaşlanmızm bilincinde bölünme etkenini güçlendirir. Bugün en temel mesele, Kürt yurttaşlarımızı, çözümün Batı'dan değil, Türkiye'den geleceğine ikna etmektir. ABD ve Avrupa çözemez, Türkiye çözer. Oralardan ne barış gelir, ne de özgürlük.
Dış müdahaleye ne kadar kararlı tavır alınırsa, çözümün uygulamaya konması da o kadar hızlanacaktır.
Aslında bu mektubu önümüzdeki süreçte nelerin olamayacağı ve nelerin dekesinlikle gerçekleşeceği konusundaki görüşlerimi bildirmek için yazdım...................
Size duyurmak istediğim görüşler bunlardır.
iyi dileklerimi ve selamlarımı yollarım.
Doğu Perinçek işçi Partisi Genel Başkanı
Not: Bu mektubun bir örneği, Genelkurmay Başkanlığı'nm bilgisine sunulmuştur." Yazdığı görülmüştür.
Ayrıca ULUSAL MEDYA 2001 isimli dokümanda "Bilinen bir gerçektir ki; Perinçek grubu tarafından kurulan Ulusal TV'nin gerçekte gizli tutulan kuruluş amacı, PKK'nm yayın organı Medya TV (MEDTV)'ye alternatif bir televizyon yayıncılığının Avrupa, Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasına hakim olabilmesidir. Bu yöntemle Türkiye'deki Kürt kökenliler İşçi Partisi ekseninde toplanacak, Kuzey Irak ve Karkas bölgelerinde dağınık halde bulunan Kürt kökenliler ise; Batı karşıtı terör grupları olarak Kuzey Irak topraklarında (Türkiye'ye sınır bölgelerde) konuşlandırılacaktır. Böylece Asya'ya açılan kapı eşiğinde ABD'nin önünde Ortadoğu eksenli bir terör seti oluşturulacaktır. Arzulanan hedefe varılabilmesi için ise; en güçlü ve yasal propaganda silahı olan televizyon yayıncılığıdır." Yazdığı görülmüştür.
Ayrıca soruşturma sırasında gelen bir ihbar mektubundaki CD'de OCALAN isimli 93 Sayfalık PDF dosyası içerisinde; her sayfada 8 resim olmak üzere toplam 743 adet resim bulunduğu, bu resimler içerisinde Ferit İLSEVER, DojgjJŞERİNÇEK, Hayati ÖZCAN, Murat BARDAKÇI, Ahmet TÜRK, Yalçın KÜÇÜK, Mehmet Ali BİRAND, Coşkun ARAL, Mesut

Hiç yorum yok: